HOLOGRAFİK EVREN |
Yanıt Yaz |
Yazar | |
gelisenbeyin
Yönetici gelişime dair ne varsa.. Yahya KARAKURT Kayıt Tarihi: 01-Ocak-2006 Konum: Istanbul Aktif Durum: Aktif Değil Gönderilenler: 4737 |
Alıntı Cevapla
Konu: HOLOGRAFİK EVREN Gönderim Zamanı: 08-Mayıs-2008 Saat 18:10 |
HOLOGRAFİK EVREN
Davit Bohm'un evrenin holografik yapıya sahip olduğu iddiası, atomaltı parçacıkları araştırması sırasında başladı. Kuantum fizikçilerinin şaşırtıcı gerçeği, maddenin bölünebilir en küçük parçasına geldiğiniz zaman, ulaştığınız, parçanın normal davranış göstermediğidir. Çoğumuz elektronun, çekirdeğin etrafında dolaşan minicik bir küre olduğunu düşünürüz. Fakat gerçek bu değildir!. Elektron bazen parçacık davranışı gösterebilir, ancak en-boy-derinlik gibi hiç bir ölçümlemeğe gelmez. Yani bildiğimiz objelerden değildir. Fizikçilerin diğer bir keşfi de elektronun gerek parçacık, gerekse dalga özelliği gösterdiğidir. Bir elektronu kapalı bir televizyon ekranına yölendirirseniz küçük ışık noktası elde edersiniz. Bu onun parçacık özelliğindendir ama tek özelliği de değildir. Aynı zamanda enerji bulutu şeklinde uzayda dağılan bir dalga gibi de davranır. Hiç bir parçacığın yapamayacağı şekilde, iki deliği olan bir engelden, ikisinden de aynı anda geçebilir. Elektronlar birbirleriyle çarpıştıklarında girişim örnekleri meydana getirirler. Yani hem parça hem de dalga özelliği gösterirler. Bu bukalemun özelliği bütün atomaltı parçacıkları için geçerlidir. Daha önce yanlız dalga hareketi gösterdiği zannedilen herşey içinde geçerlidir. Gama ışınları, x ışınları, radyo dalgaları gibi. Hepsi dalga ve parçacık özelliği gösterir. Bu iki özelliği gösteren şeylere fizikçiler "Kuanta" demektedirler ve evrenin ana dolgusunun olduğuna inanmaktadırlar. Belki de en hayret verici olay kuantanın sadece, bizim baktığımız zaman parçacık özelliği göstermesidir. Fizikçiler, elektronun bakılmadığı zaman, daima dalga hareketi gösterdiğini deneyle bulmuşlardır. Bir yılanın çölde kum üzerinde gittiği gibi, düz hareket ettiğini sandığımız şeylerin aslında, dalga hareketi yaptığını, düşünün. Fizikçi Nick Herbert, dünyayı, sadece baktığımız zaman madde görüntüsü veren, aslında durmaksızın akan bir dalga çorbası olarak ifade etmektedir. Midas'ın dokunduğu herşeyi altın yapan elleri gibi. Bohm'un bulduğu en enteresan hâllerden biri de bağımsız görünen atomaltı parçacıkların birbirleri ile ilişkisidir. Kuantum fizikğinin kurucu babalarından Neils Bohr, atomaltı parçacıkların sadece bir gözlemci tarafından izlendiğinde meydana çıktığına göre, parçacıkların özellikleri ve karakteristikleri hakkında görüş bildirmek anlamsızdır sonucunu çıkarttı. Bu görüş bir çok fizikçiyi rahatsız etti. Einstein bu görüşe karşı çıktı. Ona göre atomaltı parçacıkların izlenmelerinde meydana çıkan, parçacık çiftleri, benzer veya aynı özellikleri gösteriyorlardı. Örneğin bir positronium atomu (Bir elektron+bir positron) çözüldüğünde, iki zıt yöne giden fotonlar oluşturur ve her ne uzaklıkta olursa olsun her iki foton da aynı polarizasyon açısına sahiptir. (Polarizasyon, bir fotonun kaynaktan uzaklaşırken gösterdiği dalga şeklindeki harekettir) Einstein kısaca EPR paradoksu denen görüşle, eğer iki foton belli bir mesâfede aynı polarizasyon açısını veriyorlarsa, aralarında ışık hızından daha hızlı bir iletişim olması gerektiği, bunun da imkânsızlığı nedeni ile Bohr'a karşı çıktı. Bohr ise buna aldırmadı!. Işık hızından daha hızlı bir iletişim yerine başka bir açıklama getirdi. Atomaltı parçacıklar, sadece gözlendikleri sürece var olduklarına göre, bunlara bağımsız şeyler denemezdi ve bu nedenle Einstein'ın ikiz parçacıklar hipotezi yanlıştı. Onlar görünmez bir sistemin parçalarıydı. Fizikçilerin çoğu bu görüşle yetindiler. Einstein ise teknik imkânsızlıkları nedeni ile görüşünü ispatlayamadı. Bohr'un atomaltı parçacıkların görünmezliği ile ilgili görüşleri gerçeğin bulunmasında önemli sonuçlar doğuracaktı. Fakat bunlar ihmal edildiği gibi iletişim konusu da ihmal edildi. Bohm, Bohr'un tezini kabul etti. Ancak iletişime gösterilen ilgisizlikten de üzüldü. Bohm, Berkeley'de plazmalar üzerine çalışmalar yapıyordu. (Plazma yüksek yoğunlukta elektron ve pozitif iyonları içeren "+" değerli bir gazdır.) Bohm, tek başlarına hareket eden elektronların, plazma içine girdiğinde bu özellikleri yitirip, büyük bir iletişim hâlinde olan bir bütünün özelliklerini gösterdiğini gördü. Her ne kadar bireysel hareketleri gelişi güzel gibi görünüyorsa da elektronların çoğu çok iyi organize edilmiş etkiler yapıyordu. Plazma devamlı kendisini yeniliyor ve içindeki bozuklukları, bir kistteki yabancı madde gibi durduruyordu. Bohm o kadar etkilendi ki, elektron denizinin "CANLI" özellikleri gösterdiğini söyledi. 1947 de Bohm, Princeton'da yardımcı profesörlüğü kabul etti. Ve metallerdeki elektronları incelemeğe devam etti; ve elektronların çok yüksek değerde, birlikte hareket özellikleri gösterdiğini buldu!. Berkeley'deki plazmalar gibi artık iki parça arasındaki iletişim olduğunu değil; her elektronun diğerlerinin hareketini bilir gibi hareket ettiği; ve parçacıklar okyonusunun da bilinmeyen trilyonlarca diğerleri ile ortak hareket hâlinde oldukları üzerinde çalıştı. Bohm, elektronların bu toplu hareketini "Plazmon" olarak adlandırdı ve bununla da fizikçi olarak yerini bilim dünyasına kabul ettirdi. Bohm, daha sonra yaptığı çalışmalarla Bohr'un teorisini yetersiz buldu ve atomaltı parçacıkların daha derinlikli gerçekleri olması kanaâtıyla Einstein'la görüşmeler yaptı. Bu görüşmeler ışığında da Bohr'un teorisine bir alternatif geliştirdi. Elektronların gözlemci olmadan da var olduğunu baz aldı. Bu bazla atomaltı parçacıkların bilimle açıklanmayı bekleyen bir boyutu olduğunu keşfetti. Bu duruma "KUANTUM POTANSİYELİ" adını verdi. Bütün uzayda mevcut olduğunu; yer çekimi ile manyetik sahaların aksine, etkisinin uzaklıkla azalmadığını ortaya koydu. Fizikçilerin çoğu bu görüşe karşı çıktı. Fakat yeni bir teori olarak bilim adamları arasında kabul gördü. Bohm, hiçbir teorinin sonsuzluğu açıklayacak güce sahip olmadığını ve buna karşı çıkılmasının da doğru olmadığını söyledi. Bilimin, etki-tepki gibi çok sınırlı verilerden hareket ettiğini, oysa sonucun birçok sebebe bağlı olabileceğini belirtti. Bohm, kuantum fiziği ve kuantum potansiyeli konusunda çalışmaları devam ettikçe, ortodoks düşünceden ayrıldı. Klasik bilim, sistemi, karşılıklı parçaların birbirleri ile etkileşimi olarak inceler. Kuantum potansiyeli ise bunu akılda tutarak, parçaların tüm tarafından organize edildiğini söyler!. Bohm, atomaltı parçacıkların bağımsız olmadıklarını söylemekten öte; görünmez herşeyi düzenleyen bir sistemin varlığına öncelik verdi. Bu plazmadaki ve süper iletkenlikteki elektronların hareketlerini açıkladığı gibi, ilişkilerini de göstermektedir. Yani Kuantum Potansiyel, elektronların gelişi güzel dağılmadığını, kendi başına hareket eden bireylerin oluşturduğu bir pazar kalabalığı gibi değil, organize bir bale dansı gibi olduğunu açıklamaya çalışır. Parçaların, birleşerek meydana getirdiği bir makine değil, yaşayan bir organizmanın, bütünlüğünü oluşturan parçaları görür. İlginç bir sonuç da, Bohm'un kuantum fiziği açıklamasına göre; atomaltı parçacıklarında sâbit bir yer söz konusu olmayacağı için uzayda her yer eşittir ve herhangi birşeyi başkasından ayırmak imkansızdır. Bu özelliğe fizikçiler "mekânsızlık" (Non-Locality) demektedirler. Bohm, mekânsızlığı açıklamak için şöyle bir deney geliştirdi. Bir akvaryum içindeki balığı iki ayrı kamera ile iki ayrı açıdan görüntüledi. İki kamerayı, ayrı ayrı izleyen birisi, önce bu iki balığın ayrı olduğunu düşünebilir ama zamanla hareketlerin benzerliğinden, iki görüntünün de aynı balığa ait olduğunu anlayacaktır. Bohm, bunu pozitronium atomunun iki zıt yöne ayrılmasındaki özelliğin ışığın hızı konusuna girmeden, açıklanması olarak izah etti. Gerçekten Kuantum Potansiyeli uzayda geçerli olduğuna göre, bütün parçacıklar, mekânsız olarak birbiri ile ilişkidedir. 1950`lerde Bohm, Bristol Üniverstesine araştırmacı olarak gitti. Ve Yaki Aharanov ile tanıştı. Beraber yaptıkları çalışmalarda, şartlar uygun olduğunda, bir elektronun, elektron bulunmasının sıfır ihtimal dahilinde olduğu bir yerde, manyetik sahanın mevcudiyetini hissettiğini buldular. Klasik fen, parçacıkları genellikle iki kısımda inceler, düzenli ve düzensiz. Bohm ise inceledikçe, birbirine göre birçok düzenli ve düzensiz denebilecek sınıflar tesbit etti... Ve evrende sonsuz sayıda sınıflandırılabilecek düzen hiyerarşisi olabileceğini söyledi. Bundan dolayı da, düzensizlik dediğimiz dağılımların dahi, belki de çok yüksek seviyede, bizim bilmediğimiz bir düzenin parçası olabileceğini açıkladı. ilginç olan, matematikçilerin de düzensizliği ispatlayamamasıdır!. Bohm bu düşünceler içerisinde iken, televizyonda bir kavanozun içerisine yerleştirilmiş silindir ve arasına, doldurulmuş glisrinle yapılmış bir deney gördü. |
|
Süper Beyin
Moderatör Kral Mod. Kayıt Tarihi: 21-Mart-2008 Konum: İstanbul Aktif Durum: Aktif Değil Gönderilenler: 461 |
Alıntı Cevapla Gönderim Zamanı: 08-Mayıs-2008 Saat 19:03 |
Teşekkürler Çok Sağolun.
|
|
dodos
Moderatör Kayıt Tarihi: 15-Nisan-2008 Aktif Durum: Aktif Değil Gönderilenler: 202 |
Alıntı Cevapla Gönderim Zamanı: 09-Mayıs-2008 Saat 09:54 |
teşekkürler bilimi zaten çok seviyorum böyle uzay felan oldu mu dayanamam hep okurum..elinize sağlık...
|
|
Süper Beyin
Moderatör Kral Mod. Kayıt Tarihi: 21-Mart-2008 Konum: İstanbul Aktif Durum: Aktif Değil Gönderilenler: 461 |
Alıntı Cevapla Gönderim Zamanı: 09-Mayıs-2008 Saat 14:59 |
İnsanla normalde beyininin %10 unu kullanırlar diye bir şey biliyordum ama Davit Bohm bunu neredeyse %50 yaptı.
|
|
gelisenbeyin
Yönetici gelişime dair ne varsa.. Yahya KARAKURT Kayıt Tarihi: 01-Ocak-2006 Konum: Istanbul Aktif Durum: Aktif Değil Gönderilenler: 4737 |
Alıntı Cevapla Gönderim Zamanı: 17-Mayıs-2008 Saat 01:48 |
MADDENİN iNCELİKLİ YAPISI OLARAK BİLİNÇ
Kuantum fizikçilerinin, maddenin derinliklerini inceledikçe buldukları, iletişim örneklerine ilâve olarak, Bohm`un holografik evreni, birçok bulmacayı çözmektedir. Bunlardan biride, atom altı parçacıklarında görülen "BİLİNÇ" etkisidir. Bohm, daha öncede belirttiğimiz gibi, parçacıkların, incelenmedikce mevcut olmadıkları, tezine karşıdır. Fakat prensipte, fizik ve bilinç bir arada incelenebilir. Fizikçilerin çoğu gerçeği parçalamaya uğraşarak, yani bilinci ve atomaltı parçacıkları ayrı ayrı inceleyerek yanlış yapmaktadırlar. Bilinç, her maddede derece derece, gizli ve açık olarak mevcuttur. Bu plâzmanın, neden canlı özellikleri gösterdiğinin de açıklamasıdır. Düşünülen şeyi eyleme geçirmek, aklın en önemli özelliklerindendir. Böyle birşeyi elektronda da görmekteyiz. Bu nedenle evrende, canlı-cansız ayırımı anlamsızdır. Hareketli ve hareketsiz maddeler ayrılamıyacak kadar iç içedir ve yaşam da evrenin bütünlüğü içinde sarmalanmıştır. Bilincin, yaşamın ve gerçekte herşeyin evrenin dokusunu oluşturması, şaşırtıcı sonuçlar verir. Hologramın bir parçasının, tümün özelliklerini içermesi gibi; eğer ulaşmasını bilirsek, baş parmağımızın ucunda, Andromeda galaksisini bulabiliriz!... Kleopatra ile Sezar'ın buluşmasını da!. Prensipte, geçmiş ve gelecek, uzay ve zamanın, küçük bir kıvrımında yer almaktadır. Aynı şekilde, vücudumuzdaki her hücre, tüm kozmosu içerir. Her yağmur damlası ve her yaprak da!.. Eğer evrenimiz, derinlerdeki bir gizli iradenin soluk gölgesi ise, gerçeğin atkı ve çözgüleri içinde başka neler gizlidir? Bu günkü fizik anlayışımıza göre, evrenin her bölgesi, değişik dalga boylarının meydana getirdiği, farklı boyutlarda oluşmuştur. Her dalganın da bir enerjisi vardır. Fizikçiler, bir dalganın sahip olacağı minumum enerjiyi hesapladıklarında, "uzaydaki, bir cm3`lük boşluk, evrendeki bilinen tüm maddenin enerjisinden daha çok enerjiye sahiptir" sonucuna varmışlardır. Bazı fizikçilerin, bu hesapta bir yanlışlık olması gerektiği savına karşın; Bohm, bunun, gizli iradenin çok büyük ve saklı doğası hakkında küçük bir fikir verdiğini söyler. Bu fizikçileri de, okyanusta, yüzdüğü denizin farkında olmadan, içindeki meddelerle ilgilenen balıklara benzetir. Bohm, bu sonsuz enerji denizindeki, uzay-madde ilişkisini şu benzetme ile anlatır: Mutlak sıfır derecesinde soğutumuş bir, kristal elektronlarının hiç dağılmadan içinden geçmesine izin verir. Isı biraz arttırılırsa, kristaldeki çeşitli çatlaklar, elektron dağılımına neden olur. Burada eğer elektron gözüyle bakarsak, bu çatlaklar, sonsuzluk denizinde yüzen maddeler olarak görünür. Oysa her ikisi de aynı yapının "DERİNDEKİ KRİSTALİN" farklı görüntüleridir. Bohm, aynı şeyin bizim, mevcut boyutumuzda da geçerli olduğunu söyler... Yani, uzay boş değil, doludur!. Ve biz dahil, tüm mevcudatın mekânıdır!. Görünen muazzam, maddesel yapısına rağmen evren, kendi kendine mevcut değildir!... Ancak, çok uzak ve güçlü bir vasînin üvey evladıdır!... Daha da kötüsü, bu vasînin önemli bir uğraşı da değil, geçici bir gölgesidir. Sonsuz enerji denizi, gizli iradenin tek yönü değildir. Çünki, gizli irade, atomaltı parçalardan, maddenin her şekline, enerjiye, hayata ve bilince, kuantlardan kişinin beynine kadar herşeyin aslıdır. Bohm'a göre bu, herşeyin sonu da değildir, belki de gerisinde hayâl bile edemeyeceğimiz başka düzenleyici katlar vardır. Yani varoluşun sonsuz basamakları... Fizikçiler, uzayın, ışık ve birbirini kesen, içiçe geçen bir sürü elektromenyetik dalgalarla dolu olduğunu kabul etmektedirler. Daha öncede gördüğümüz gibi parçacıklar, aynı zamanda dalgalardır. Bu da gördüğümüz her fiziki objenin ve herşeyin gerçekte girişim örnekleri olduğunu ispatlamaktadır. Bir gerçek ki, bu ifadeler tartışmasız holografik yapıyı anlatmaktadır. Bir başka tespit de 1982 de fizikçi Alain Aspect tarafından yapılan deney sonucu elde edildi. Kalsiyum atomları laserle ısıtılarak ikiz fotonlar elde edildi ve bu fotonların 6.5 metrelik bir boru içinde zıt yöne doğru hareket etmeleri ve özel filitrelerden geçerek iki polarizasyon analizörüne yönlendirilmesi sağlandı. Her filitrenin, bir analizörden diğerine yön değiştirtmesi, saniyenin on milyonda biri kadar süre aldı. Işığın, iki foton dizisini ayıran 13m'lik boruyu geçmesi ise, saniyenin 30 milyonda biri kadar süre aldı. Buradan da fotonların, bilinen herhangi bir fiziksel yöntemle haberleşemeyeceği anlaşıldı. Aspect, kuantum teorisinin de önerdiği gibi, her fotonun ikiziyle aynı polarizasyon açısını bildiğini buldu. Buradan çıkan iki sonuçtan biri Einstein'ın aksine, ışık hızından daha hızlı bir sürat olabileceği idi ki bunu kabul etmek zordu.ikincisi ise, yersiz olarak iki fotonun iletişimde bulunduğu idi. İngliz fizikçi Paul Davis'e göre parçacıklar devamlı olarak birbirlerine geçme ve ayrılma durumlarında olduklarına göre, kuantum teorisinin yersizlik görüşü, doğanın genel özelliği idi. Bu bilgiler de Bohm'a büyük destek sağladı. |
|
Yanıt Yaz |
Forum Atla | Forum İzinleri Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |