insan cinsinin ilk basamağı;homo habilis mutlaka o |
Yanıt Yaz |
Yazar | |
muharem
Gelişen Üye Kayıt Tarihi: 28-Şubat-2007 Konum: Amasya Aktif Durum: Aktif Değil Gönderilenler: 60 |
Alıntı Cevapla
Konu: insan cinsinin ilk basamağı;homo habilis mutlaka o Gönderim Zamanı: 04-Mart-2007 Saat 11:34 |
İnsan cinsinin ilk basamağı: homo habilis
İnsan ailesinin yaklaşık 6 milyon yıl önce başlayan öyküsü aşağı yukarı 2 milyon yıl öncesinden itibaren homo adı verdiğimiz insan cinsinin ortaya çıkışıyla birlikte yepyeni bir dönemece girmektedir. Dördüncü zamanın başlangıcından itibaren, insanoğlunun tüm diğer hominidlerden arınmış, kendine özgü uzun, zorlu ve nice tehlikelerle dolu günümüze kadar uzanan baş döndürücü, heyecan verici biyokültürel serüveni başlamıştır. Daha önceden de belirttiğimiz gibi insan ailesi yeryüzünde iki cinsle temsil edilmektedir: İnsansı ve insan (homo). Son yıllarda özellikle Doğu Afrika'da bulunmuş olan insansı fosil kalıntıları, her iki cinsin filogenetik ilişkilerine yeni yorumlar getirme fırsatı vermiştir. Örneğin Tim White'a göre, A. afarensis iki kola ayrıldı; bir kol 3 ile 2 milyon yıl arasında insan cinsine doğru evrimleşirken, çağdaşı olan diğer insansılarla, genetik izolasyon başta olmak üzere, tüm köprüleri attı. Diğer kol ise kaba ve narin insansılara doğru gelişti. M. Wolpoffun önerdiği modelde ise, narin yapılılardan bir kol insan cinsinin atası oldu (Wolpoff, 1980). Homo habilis, yetenekli ve becerikli anlamına gelen habilis ismi altında ilk kez 1964 yılında Tobias, Leakey ve Napier tarafından bilim dünyasına tanıtılmıştır. Biyokültürel tarihimizde hiç kuşku yok ki önemli ilk adım olmuştur. Habilisin sistematik önemi ve filogenetik konumu uzun süre tartışılmıştır. İnsanoğlunun bir tür olarak ilk kez habilis tarafından temsil edildiğini yıllarca bıkıp usanmadan savunan Tobias (1971), bu konuda 50'ye yakın bilimsel makale yayınlamıştır. Homo habilis atalarımız Doğu Afrika'da kaba yapılı insansılarla bir arada yaşadı. Bu nedenle, kaba yapılıları insanın atasal çizgisi içinde düşünemeyiz (Relethford, 1990). Kenya'da Doğu Turkana'da her iki insansı türün en az 700.000 yıl birlikte oldukları kanıtlandı. Yüz binlerce yıl aynı ekonişi paylaşmış olmalarına bakılırsa, farklı davranış örüntülerine sahip oldukları tahmin edilmektedir. Birliktelikleri oldukça heyecan verici olmalıydı. Birbirlerine bakış tarzları nasıldı? Kaba yapılı avlanmayı pek bilmiyordu, ama daha önce de değindiğimiz gibi çok basit taş aletler yaptığı bazı araştırıcılar tarafından son zamanlarda gündeme getirildi. Habilis ise bu işi günlük yaşamının bir parçası haline getirmişti. Australopiteklerin bir diğer türü sayılan narin yapılılar da habilis atamız sahneye çıkmadan çok önce yok oldular. Dolayısıyla, her iki türün çağdaşlığı hiçbir zaman söz konusu olmadı. İlk atamız olma şansını elinde bulunduran homo habilisler ne tür insanlardı? Ne zaman, nerede ve ne kadar süre varlıklarını sürdürebildiler? Ne ölçüde bize benziyorlardı? Bu sorular bilim dünyasını hâlâ meşgul etmektedir. Bugünkü bilgilerimizin ışığında, afarensis çizgisinde ufak yapılı ve genelleşmiş bir anatomik yapıdaki insansının zamanla homo cinsine doğru evrimleşmiş olduğu bugün genellikle kabul görmektedir. İlk insanların yer ve zaman içinde dağılımı: Aşağı yukarı 2 milyon yıl öncesinde artık kendi soyumuzu doğrudan bağlayabileceğimiz bir atamız oldu: Homo habilis. Zamanımızdan önce 2,5 milyon ile 1,6 milyon yıl arasında, Doğu ve Güney Afrika'da yaşamış olduğu fosil kalıntılardan anlaşılmaktadır. Doğu Afrika'da Tanzanya'nın Olduvai Gorge vadisinde 1,8 milyon yıl öncesinde habilislerin yaşadığı bilinmektedir. Bu bölgede Louis ve Mary Leakey'nin yürüttüğü kazılarda 1959 ile 1987 yılları arasında homo habilisin çok sayıda temsilcileri bulundu. 1987 yılında ele geçen, OH-62 etiketiyle tanıdığımız habilis ise bu bölgede en son bulunan bireydir. Habilisler Kenya'nın Doğu Turkana bölgesinde de yaşadılar. Örneğin Homo-1470 etiketiyle tanıdığımız iyi korunmuş bir kafatası, Koobi Fora'da 2,5 milyon ile 1,6 milyon yıl arasında tarihlenen tüf tabakası içinde ele geçti. Fosil kalıntıların Koobi Fora'da göl kenarında tortusal oluşumlar içinde bulunması, bu ilk atalarımızın vaktiyle tıpkı Ha-dar afarensisleri gibi göl kıyısında yaşam sürdürdüklerini akla getirmektedir (Kottak, 1997). Habilis atalarımız, aynı zamanda Güney Afrika'da da yaşıyorlardı. Swartkrans bölgesinde kaba yapılı paranthropuslarla çağdaş oldukları da saptandı. Ayrıca, Sterkfontein adı verilen yörede bulunan habilis fosilleri 2 milyon yıl öncesine aittir. Doğu ve Güney Afrika habilisleri arasında belirgin anatomik benzerlikler vardır. Her iki coğrafi bölgenin habilis fosilleri tek bir tür altında değerlendirilir. Bugüne kadar yapılan kazılarda Olduvai, Doğu Turkana, Sterkfontein ve Swartkrans'da en az bir düzine habilis gün ışığına çıkarılmıştır. Bu fosillerin bazıları başlangıçta gelişmiş narin yapılı insansılar diye tanımlanıyordu. Buluntuların coğrafi bölgelere göre dağılımı aşağıda yer almaktadır: Olduvai Gorge: OH-7, OH-8, OH-13, OH-16, OH-24, OH-35 Doğu Turkana: KNM-ER 1470, KNM-ER 1472, KNM-ER 1590, KNM-ER 1813, ER-3951. Sterkfontein: STW-53. Swartkrans: SK-847. Özellikle 1968 yılında Olduvai'de ele geçen OH-24, alt çenesiyle beraber en iyi korunmuş habilis kafatasıdır (Walker ve Leakey, 1978). Doğu Turkana'daki habilis fosilleri çok hafif mineralize olduklarından gün ışığına çıkarılmaları ve temizlenmeleri de bir o kadar zor olmuştur. Ölü gömme adeti, insanlığın bu basamağında henüz söz konusu olmadığından, birçok habilis fosilleşip günümüze ulaşma fırsatı bulamadan yörede yaşayan vahşi hayvanlar tarafından parçalanmış ve yenmiştir. Habilis atamızın Güney Afrika'da Makapansgat adlı bölgede de yaşadığı bilinmektedir. Etiyopya'da Omo vadisinde ilk insana ait fosil kalıntılar, tıpkı Olduvai'de ve Koobi Fora'da olduğu gibi, taş aletlerle beraber bulundu (Leakey, 1988; Kottak, 1997). Kenya'da çok sayıda habilis atamızın fosillerine rastlanan Koobi Fora'da, 1,8 milyon yıl öncesinde zengin bir bitki örtüsü vardı. Turkana gölüne dökülen çok sayıda akarsu bulunuyordu. Burada, akarsular boyunca ormanlık bir kuşak oluşmuştu. Yöre, hayvan türleri açısından da zengindi. Fil, su aygın, gergedan, zürafa, aslan, leopar, timsah, sırtlan, domuz, kılıç dişli kaplan ve primatlar habilis atamızla aynı yaşam çevresini paylaşıyorlardı. Habilis'in fiziksel özellikleri: Habilis atalarımızda özellikle kafatası, beyin ve yüz hizasında australopiteklerden çok bugünkü insanları hatırlatmaktadır. Kafatası kemikleri ince, kaş kemerleri narin yapılılarınkinden daha belirgindir. Beyinde frontal lobun yer aldığı alın bölgesi diğer tüm hominidlerinkinden daha gelişmiştir. Kafatası tüm kas bağlantılarından arınmış olup, daha yuvarlak bir morfoloji kazanmıştır. Alveolar prognatizma adıyla bilmen, yüzün üst çene hizasında öne doğru yaptığı çıkıntı varlığını korumakla beraber yüz, bütünü içinde kısalmış, damak uzunluğu azalmıştır; bu azalma özellikle büyük azı dişlerindeki küçülmeden ileri gelmektedir. İnsansılarda görmeye alıştığımız güçlü çiğneme kasları ve çok iri azı dişleri habilis atamızda söz konusu değildir. Habilislerde diş minesi incedir. Dişlerin çiğneme yüzeyinde helikoidal (helis biçiminde kıvrım) bir aşınma görülür. Tıpkı bugünkü insanda olduğu gibi, üst orta kesiciler iri, yan kesiciler ise küçüktür. Köpek dişi diğer komşu dişlerle aynı hizadadır. Büyük azı dişleri uzunluklarına oranla daha az geniştir. Habilislerin dişleri irilik ve form yönünden insansılarınkilerden çok, geç dönemlerde yaşamış olan erektuslarınkilere benzer. Kısacası habilisler yüz morfolojileri açısından australopitekus ile homo erektus arasında yer alır. İri beyin ve küçülmüş yüz, habilislerin en belirleyici özellikleridir. Homo habilis atamızı australopiteklerden ayıran en belirgin anatomik özellik beyin düzeyinde tanık olduğumuz örüntü ve irilik farkıdır. Zaten insanlaşma sürecinde izlenen en anlamlı değişme beyin düzeyinde olmuştur. Daha doğru bir deyişle, bedenimizle değil de beynimizle insanlaştık. Kenya'nın Doğu Turkana tortul tabakalarında gün ışığına çıkarılan Homo 1470'in beyin hacmi 800 cc idi. Frontal lob, bugünkü insana uzanan çizgide yer almaya hazır bir anatomik yapıda idi. Beynin, kafatasının iç yüzeyinde bırakmış olduğu izlerinden anlaşılacağı üzere, frontal lob üzerinde fronto-orbital oluk oluşmuştur. Oysa bu oluk insansılarda görülmez. Habilis atalarımızda beyin korteksinin sol yarısında orbito-frontal bölgenin aşağı kısmındaki oluğun yapısı ve konumu modern insanınkini hatırlatır. O halde, bu anatomik ayrıntı yaklaşık 2 milyon yıldan bu yana insan beyninde bulunmaktadır. Habilis atalarımızda beyin hacmi ortalaması 660 cc idi (To-bias, 1967). Beyin, insansılarınkinden %50 oranında daha iridir. Zaten habilisin beyni sadece hacim yönünden değil, yapısal olarak da farklıdır. Arkaik ve narin yapılı insansılarda beyin hacmi iri primatlar için tesbit edilen varyasyon içinde kalırken, homo habilis bu grubun dışında yer alan ilk atamız oluyor. Habilis atamızın beyin korteksinde fronto-parietal ve temporal bölgelerde insansılarda görmediğimiz bir gelişmeye tanık olmaktayız. Broca ve Wernicke bölgelerinin varlığı habilisin konuşma yeteneğini de gündeme getirmektedir. Nitekim, Homo 1470'in beyin içi kalıbını inceleyen Tobias, bu atalarımızın konuşma yeteneğine sahip olabileceklerini iddia etmektedir. Habilisin irile-şen beyni, çevresini daha iyi araştırmasına ve tanımasına olanak verdi. Öncellerindekiyle karşılaştırılamayacak ölçüde gelişen beyin korteksi, habilise daha ileri düzeyde zihinsel faaliyetler kazandırdı. 700-800 cc ye varan iri beyinli bu ilk atalarımız, hiç kuşku yok ki çağdaşları olan küçük beyinli kaba yapılı insansılar karşısında belirgin bir üstünlüğe sahiplerdi. Doğada, habilis gibi ufak boylu ama akıllı olan bir insan, koca gövdeli ve küçük beyinli bir insansıdan görece daha avantajlıydı. Homo habilis, insanoğlunun biyokültürel evrim tarihinde bilinen ilk duraktır. Öncellerinde olmayan gelişmiş bir beyin korteksi ve kültürel potansiyelin birlikteliği habilisin uyumsal başarısında anahtar rol oynamıştır. İri ve gelişmiş beynin genetik anahtarı da doğal olarak doğum öncesi ve doğum sonrası aşamalarda beyinsel gelişmenin reorganizasyonunda yatmaktadır. 1986 yılına kadar sadece kafatasıyla tanıma fırsatı bulduğumuz habilis atalarımızı, bu tarihten itibaren özellikle Kenya ve Tanzanya'da gün ışığına çıkarılan fosiller sayesinde bedensel özellikleriyle de tanıma fırsatı bulduk (Relethford, 1990; Kottak, 1997). İskeletlerden anlaşılacağı üzere habilis erkekleri dişilerine oranla daha iridir. Habilisin dişisi yaklaşık 1 m. boyunda ve 25-35 kg ağırlığında idi. Erkekler ise 1,30 m. civarındaydı. Cinsel irilik farkı, o halde, arkaik australopiteklerdeki kadar belirgindir. Zaten kadın ve erkek arasındaki bu cüsse farkı, insanın biyolojik evriminde uzun süre varlığını korumuştur. Cinsler arasındaki irilik farkı, ister istemez grup içindeki cinsiyete dayalı farklı sosyal aktiviteyi de çağrıştırır. Habilislerin ayak iskeleti, dik duruşu en iyi kanıtlayan organdır. Ayakta enlemesine ve boylamasına olan kavis, modern insanınkini hatırlatır. Ancak, bacak kasları bizlerinkinden daha güçlüydü. Bacaklardaki dengeyi kurmaya yarayan kaslar bizdekinden daha etkiliydi. Habilis atalarımız bizden daha güçlüydü ve daha az yoruluyorlardı. Eller, ilkel ve modern anatomik özellikleri birlikte taşıyan mozaik bir görünümdedir. El parmak kemiklerinin anatomik ayrıntısına bakılacak olursa, habilisin çok güçlü kavrama kaslarına sahip bulunduğu akla getirilebilir, parmak kemiklerinde zaman zaman habilisin ağaçlara da tırmandığını çağrıştıran anatomik özellikler mevcuttur. Öte yandan, kürek ve kol kemikleri de bu alışkanlığın izlerini taşır. Göğüs kafesi modern insanınkinden daha derindir. Günümüz insan topluluklarında kol uzunluğu bacak uzunluğunun %70'ini karşılar. Oysa, homo habiliste bu oran %95'e yakındır. Bu bedensel özellik de habilislerin ağaç yaşantısından tümüyle kopmadığının bir başka anatomik göstergesidir. Etiyopya'nın Omo vadisi'nde ilk kez gün ışığına çıkarıldığı için, Omo endüstri kompleksi adı altında tanımlanan ve aşağı yukarı 2,5 milyon yıl öncesine kadar götürülen taş alet teknolojisi, homo adı verdiğimiz yeni bir cinsi gündeme getirirken bir bakıma arkeolojik tarihin de başlangıcı olmuştur. Sahip olduğu genetik potansiyel ona yepyeni ufuklar açmaya hazırdı. Doğal ayıklama süreci bu yeni canlı karşısında pek etkin görünmüyor. Doğa, kendi elleriyle, adeta kendine kafa tutan bir yaratık dünyaya getirmişti. Onun dizginlerini giderek elinden kaçırıyordu. Habilis atalarımızın nöropsikolojik donanımları, bir bakıma geliştirdikleri endüstriye de yansımıştı. Tanzanya'nın Olduvai vadisinde Leakey ailesinin yürüttüğü kazılarda taş aletlere ras-landığında, bunların kimler tarafından yapıldığı merak konusu olmuştu. Bed I adıyla anılan fosil yatakları içinde homo habilise ait fosil kalıntılarla aynı yerde bulunan ve bilinçli olarak işlenmiş taş aletlerin sahibi sonunda anlaşıldı; bu, homo habilisin ta kendisiydi. Bu aletleri inceleyen araştırıcılar, belirli bir tekniğe göre yapılan aletleri, buluntu yerinden esinlenerek, Oldovvan endüstrisi diye adlandırdılar (Çizelge: 3) (Jelinek, 1975; Arsebük, 1995). Kenya'nın Doğu Turkana fosil yataklarında da benzer aletler bulundu. Koobi Fora adlı bölgede en azından 20 yer kazıldı ve zamanımızdan önce 1,9-1,4 milyon yıl arasında tarihlenen taş aletler ele geçti. Koobi Fora'nın dere yataklarında habilis, alet yapımında kullanacağı her tür taş yumruyu kolayca bulabiliyordu. Bunlar arasında çakıl taşlarını, orta boydaki sertleşmiş lav parçalarını sayabiliriz. Koobi Fora'da yaşamış olan atalarımız, zamanına göre, son derece ileri bir örgütlenme ve planlı yaşama tarzına sahiplerdi. Turkana Gölü'nün kuzeydoğusundaki bu bölgede Richard Leakey, Glyn Isaac ve daha sonra John W. Harris uzun yıllar çalıştı. Çizelge 3: Alt ve orta pleistosen (Jurmain ve ark., 1990) Oldowan taş endüstrisi belli başlı dört tür aletten ibaretti. Bunlar çekiç, tek yüzü işlenmiş satır, iki yüzü işlenmiş satır ve yontulup biçimlendirilmiş yonga. Günlük yaşamda hizmet veren bu aletlerin, habilislerin dişlerindeki ve çiğneme kaslarındaki yükü büyük ölçüde hafiflettiği söylenebilir. Homo habilis atamız, topladığı sert kabuklu meyveleri, yemişleri ve bitki yumrularını bu yaptığı taş aletlerle kırıyor, eziyor böylece daha kolay yenebilir hale getiriyordu. Habilislerin yaşadıkları bölgelerde bulunan keskin kenarlı taş aletler üzerindeki izlerin doğal olarak mı, yoksa kullanım sonucu mu meydana geldiğini belirlemek üzere taramalı elektronik mikroskop analizi yapılmıştır. Sonuçta, bu taşların insan elinden çıkmış olduğu, bilinçli olarak ve belirli bir tekniğe göre biçimlendirildiği anlaşılmıştır. Aynı yörede bulunan birçok irili ufaklı hayvan kemikleri üzerinde bu aletlerin bıraktığı izler tesbit edilmiştir. Oldowan kültüründe aletler, akarsuların sürükleyip getirdiği, sürtünmeler sonucu keskin kenarlarını kaybetmiş çakıl taşları, lav kökenli taşlar ve kuvartz gibi farklı maddelerden işlenerek hazırlanıyordu. Burada tasarımın ilk izlerini görüyoruz. İnsanın belirleyici niteliklerinden biri de böylece, zamanımızdan aşağı yukarı 2,5 milyon yıl öncesinde filizlenmeye başladı (Leakey, 1988; Kottak, 1997). Bu ilk atamız, alet için öngördüğü bir yumruyu alıyor, çekiç olarak kullandığı bir başka sert taşı, yumruya belirli bir açıdan (büyük bir olasılıkla dik açı içinde) ustalıkla vurmak suretiyle bir ya da iki taraflı yongalar çıkarıyordu. Yontma işlemi bittiğinde artık, habilisin keskin kenarlı satırı hazır demekti. Bu aletiyle habilis atamız, eliyle yapamadığı işleri yapıyordu; hayvan karkaslarının derilerini yüzüyor parçalıyor, ya da bitki köklerini topraktan çıkarıyordu. Besinlerin ezme, kırma ve parçalama gibi ön hazırlıklardan geçirilmesi sayesinde diş ve çenelere de artık fazla yük binmemiş oluyordu. Habilis atamız, taştan yontup hazırladığı satırlarla avcılık ve toplayıcılıkta daha etkili olmaya başlamıştı. Artık et ihtiyacını daha düzenli biçimde sağlıyordu. Yumrulardan alet yaparken çıkardığı yongaları da işleyip ayrıca çakı gibi kullanıyordu. Bu küçük kesicileri başparmak ve işaret parmağı arasında sıkıca tutarak çalışıyordu. Bu tür aletleri üretirken etkin bir göz-el işbirliği kaçınılmazdı. Aletlerin çeşitliliği, farklı işlevlerde kullanıldıklarını akla getirir; örneğin bir yabani hayvan derisini yüzmek için, işlenmemiş yonga en uygunudur. Bir gazelin bacağı koparılmak isteniyorsa, iki yüzü işlenmiş satır tercih edilmiş olmalıydı. Bir sığırın bacak kemiği kırılıp içinden ilik alınmak isteniyorsa, bu kez de bir taş yumru kullanılıyordu. Geliştirdikleri Omo ve Oldowan taş endüstrileri, çevresel koşullara ayak uydurmada habilis ve ergaster atalarımıza sayısız avantajlar sağladı. Özellikle homo ergaster, madem ki iri beyinliydi, o halde sosyal davranış örüntüsüyle de insansılardan farklı olmalıydı. İlk atalarımız et ihtiyaçlarını leş toplayarak değil, avlayarak sağlıyorlardı. Taştan yontup elde ettikleri keskin kenarlı satırları, bitki köklerini topraktan çıkarmaya yönelik sivri uçlu sopaları biçimlendirmek için de kullanmış olmalıydı. Et, aslında onların tek besin kaynağı değildi; meyve ve birçok bitkisel besinler sofrasında düzenli bulunuyordu. Avlanmayı erkeklerin üstlendiğini varsayarsak, bitkisel besinlerin toplanmasında da dişilerin önemli rol oynadığı düşünülebilir. Günlük yaşamda kadın ve erkek arasındaki iş bölümünün, insan cinsinin ilk örneklerinde yerleşmiş bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkması düşünülebilir. Habilisler çok iyi gözlemciydi; doğada bulunan her taşı alet yontmak amacıyla rastgele seçmiyorlardı. Çevrelerinde var olan taşları araştırıyor, kendilerine en uygun olanları tercih ediyorlardı. Bu hammadde kaynakları kilometrelerce uzakta olsa bile, üşenmeden oralara gidip bunları yaşadıkları kamp yerlerine taşıyorlardı. Hangi amaçla kullanacaklarsa, ona göre alet hazırlıyorlardı. Keskin ve düzgün kenarlı taşlar doğada ender olarak bulunur. İlk atalarımız bunun bilincinde olarak, gerek avlanma, gerekse toplama işinde, doğanın kendilerine sunamadığı teknolojiyi zekâları ile yaratmaya çalıştı ve bunda da başarılı oldular. Sadece Doğu Afrika'dakiler değil, aynı zamanda Güney Afrika'da yaşamış olan habilis çizgisindeki atalarımız da çeşitli taşlardan alet yapıp kullanmışlardır (Larrick ve Ciochon, 1996). Örneğin Swartkrans'da bulunan ve 1,7-1,8 milyon yıl öncesine yaşlandırılan kafatası (Stw 53) ile çok sayıda Oldowan tipinde aletlere rastlandı. Bunlar arasında tek ya da iki yüzü işlenmiş satırlar ve biçimlendirilmiş yongalar tesbit edildi. Günlük yaşamında birçok işte yararlandığı aletleri hazırlarken, acaba habilis hangi elini daha ağırlıklı olarak kullanıyordu? Bugünkü insanların %90 oranında sağ ellerini kullandıkları yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır. Berkeley (Kalifornia) Üniversitesi'nden Toth (1987), Turkana Gölü'nün doğusunda Koobi Fora'da gün ışığına çıkarılan 2 milyon yıl eskiye ait taş aletleri çeşitli yöntemlerle incelemiş ve habilis atalarımızın tercihen sağ ellerini kullandıkları sonucuna varmıştır. Koobi Fora habilisleri arasındaki bu sağ el yatkınlığı, beynin o dönemlerde sağ ve sol yarımkürelerinin farklı işlevleri üstlenecek tarzda bir lateralizasyona girdiğinin güzel kanıtıdır. Toth, aynı zamanda, habilislerin uyguladıkları tekniği taklit ederek yaptığı keskin kenarlı satır yardımıyla, ölmüş bir fili kısa sürede parçalara ayırmayı başarmıştır. Benzer şekilde Louis Leakey de, Olduvai'da bulduğu habilislere ait bir satırla 25 dakika gibi çok kısa bir sürede ölü bir antilobu parçalamıştır. Habilis'ler yapmış oldukları aletleri bir kez kullanıp atmıyorlardı. Yerleştikleri her yeni kamp bölgesine beraberlerinde alet ve silahlarını da taşıyorlardı. Geliştirdikleri taş endüstrinin temel ayrıntılarını birbirlerine aktararak, alet yapma geleneğinin kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlıyorlardı. Bu kültürel ilişkiler beynin daha da gelişip karmaşık bir yapı kazanmasında itici güç oluşturmalıydı. Burada öğrenilmiş becerilerin fizyolojik anatomiyi etkilemiş olabileceği varsayılmaktadır. Önemle vurgulamak gerekir ki, habilis atalarımızın geliştirdikleri taş alet teknolojisinin, bir gelenek olarak varlığını koruyabilmesinde temel aracı organ konuşma dili olmalıydı. Nitekim, Tobias'a göre (1971), bu evrimsel yeniliğin habilisin beyin korteksinde bulunduğunu kanıtlayacak anatomik ayrıntılar bulunmaktadır. İnsansılarda ellerin özgürleşmesine tanık olduk. Habilis aşamasındaysa, bu özgür ellerin iri bir beyinle koordinasyon kurarak, bir taş teknolojisi yarattıklarını görüyoruz. İlk atalarımız kendilerine kamp yeri olarak seçtikleri bölgede aletlerini üretiyor, besinlerini hazırlıyor, burada grubun diğer üyeleriyle birlikte yaşama fırsatını buluyorlardı. Böyle güvenceli bir yuvada, gruptaki yaşlı ve varsa sakat bireylere de bakılıyordu. Zaten, besin ve araç gereçleri paylaşma, yardımlaşma duygusu habilis atamızın temel vasıfları arasında vardı. Tüm insanlığı simgeleyen bu niteliklerin ilk atamız sayılan ha-biliste de var olduğuna inanılmaktadır. Özellikle erektus fosil insan grubuna daha yakın olan ergaster fosil insanları, uzun boyları, iri beyinleri ile, Afrika'da aşağı yukarı 2 milyon yıl öncesinde tartışmasız ilk ve doğrudan atalarımız olarak tarih sahnesinde yerlerini almışlardır. Bunlara ait yeni fosiller gün ışığına çıkarıldıkça, kendi biyokültürel evrimimizin başlangıç evresine ilişkin çok daha ayrıntılı bilgilere kavuşacağız. İnsan ailesinin biyokültürel evrim sürecinde cinsimizin ilk temsilcileri sayılan homo habilis ve ergaster toplulukları yerlerini kendilerinden sonra evrim çizgisinde yer alan homo erektus ardıllarına bırakarak, Afrika'da tarih sahnesinden silindi. Daha iri beyinli, uzun boylu ve daha gelişmiş zekâya sahip, ayrıca aşölyen adlı bir taş teknolojisini yaratmayı başarmış bu fosil atalarımız, kuşkusuz homo habilis ve ergaster çizgisindeki fosil formlardan çok daha ileri bir evrimsel aşamayı yansıtmaktadır. Bir sonraki alt başlık altında homo erektus atalarımızı tanımaya çalışacağız |
|
Yanıt Yaz |
Forum Atla | Forum İzinleri Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |