gelisenbeyin.net Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası > Bilim ve Teknoloji > Bilim Adamları
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

BİLİM ADAMLIĞI, BİLİM TARİHİ VE BİLGİ TOPLUMU

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
zaman Açılır Kutu Gör
Moderatör
Moderatör
Simge

Kayıt Tarihi: 31-Ocak-2007
Konum: Ankara
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 724
  Alıntı zaman Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: BİLİM ADAMLIĞI, BİLİM TARİHİ VE BİLGİ TOPLUMU
    Gönderim Zamanı: 11-Mayıs-2011 Saat 23:06
BİLİM ADAMLIĞI, BİLİM TARİHİ VE BİLGİ TOPLUMU (Elektrik Mühendisleri Odasında Verilmiş Olan Konferans)

Sayın izleyiciler, Değerli Meslektaşlarım,
Sizlerle birlikte olduğum için sevinçliyim, mutluyum; bana bu fırsatı verdikleri için, odamız yetkililerine teşekkürlerimi sunuyorum.
Konuşmamda bilim adamlığından, bilim tarihinden ve bilgi toplumundan bahsedeceğim.
Bildiğiniz gibi insanlık, Bilgi Çağı denen yeni bir çağa adımını attı. Tabii, ülkeden ülkeye bunun derecesi çok farklı. Bilinen şu ki çağı yakalayamayan toplumlar çağ dışı kalmanın ötesinde bağımsızlıklarından da önemli ölçüde kaybedecekler, dolaylı yoldan da olsa çagı yakalayanların boyundurluğu altına gireceklerdir. İşte bu çağın yakalanmasında bilim adamlarına, onların yetiştireceği araştırıcı ve mühendislere çok büyük görevler düşmektedir. Bu nedenle, Bilgi Çağından bahsederken bilim adamlığı ve araştırma etkinliklerinden de bahsetmek gerekmektedir. Bilim tarihinden bahsetme nedenim de bilgi çağının anlaşılmasını kolaylaştırma amacına yöneliktir.
Bildiğimiz gibi, 17 Kasım 1995 Cuma günü, Alvin Toffler Çırağan Sarayında Bilği Çağı ile ilgili bir konferans verdi. Günlerce, gazeteler ve televizyonlar bu konuşmadan ve Bilgi Çağından bahsetti; görebildiğim tüm yazıları okudum, haberleri izledim; fakat bu çağın ne olduğu, Türkiye�nin bu çağı yakalama potansiyelinin ne olduğu hakkında doyurucu bir yazı veya habere rastlamadım. Ali Rıza Kardüz�ün, yan etkilerle ilgili bir yazısı ilgi çekici idi: “İnsanlar çorba olmak istemiyor, salata olmak istiyor” diyor. Zira çorbanın içinde herşey eriyip gidiyor, sonuç lezzetli de olsa! Oysa salatada kimlikler korunuyor! Bilgi Çağında salataya doğru kayma olacakmış. Olabilir, bu bir dolaylı sonuçtur. İşin aslı nedir?
Ben bunu yıllardır derslerimde ve yaptığım konuşmalarda söylüyorum. En çok yararlandığım kaynaklar Toffler�in kitapları.
7 Kasım 1994 Pazartesi günü, yani 13 ay önce, yapılan Elektrik-Elektronik Fakültesi 60�ıncı yıl töreni açılış konuşmamda önemli bir kısım bu konuya ayrılmıştır. Bu konuşma, teşekkürle belirtiyorum, Kaynak Elektrik Dergisinin 94/5 sayısında yayınlandı ve ara başlıklardan biri “Bilgi Çağı ” dır. İsterdim ki hem bu yazıyı hem de 1 yıl sonra medyadaki anlatımları karşılaştırıp izlenimlerinizi belirtesiniz.
Konuşmamın son kısmında tekrar Bilgi Çağına dönmek üzere şimdi işe başından başlamak istiyorum.
Günümüzde bir ülkenin gücü, sahip olduğu yetişmiş insan sayısı ile ölçülmektedir; sahip olduğu doğal kaynaklarla ve silahlarla değil. İnsan yetiştiren kurumlar öğretim kurumları, onların da en önemlisi üst öğretim kurumları yani üniversiteler. Öte yandan araştırmalar göstermiştir ki bir birimin kaliteli mezun vermesinin nerede ise gerek ve yeter koşulu güçlü bir öğretici kadroya sahipolmasıdır.
Türkiye�deki durum nedir?
Ülkede 57 üniversite var; bunlardaki öğrenci sayısı, Açık Öğretim hariç, 800.000 kadar. Toplam öğretim üyesi sayısı ise 14.000. Buna göre öğretim üyesi başına öğrenci sayısı: 57; olması gereken ise 15-20. Demek oluyor ki dünya standartlarında bir yüksek öğretim vermek için bu sayı en az 2 katına çıkarılmalıdır. Acaba çok sayıda genci Yüksek Öğretime gönderiyoruz da o yüzden mi hoca sayısı az kalıyor? Hayır tam tersi. Bir ülkede 18-21 yaş arasındaki 100 gençten kaçı bir Yüksek Öğretim Kurumuna kayıtlı ise ona Yüksek Öğretimde Okullaşma Oranı denir. Bu sayı bizde açık öğretim hariç % 15; Açık Öğretim dahil edilirse % 20; Japonya�da % 36, G.Korede % 37, A.B.D. % 59.
Derler ki, Bilgi Çağına girebilmek için bu sayı % 30�dan az olmamalı. O halde öğrenci sayısı da 2 misline çıkarılmalı. Burada bir parantez açıp şunu söylemek istiyorum. Bilgi Çağına girmek için 100 kişiye düşen telefon hattı sayısının da en az 30 olması gerektiği söyleniyor; bizde çok büyük bir atılım sonucu % 20 civarında, çok ilginç bir sey: Milli gelir ile bu sayı arasında çok büyük bir ilişki var. Yani milli geliri arttırmadan telefon yoğunluğunu arttıramıyorsunuz.

Türkiye’de Neden Yeterli Sayıda Bilim Adamı Yok ?

Bilim adamı olma yeteneğine sahip yeterli kişi mi yok? Hayır, yeterli sayıda yetenekli genç var, fakat onların çoğu bilim adamı olmak istemiyor.
Çok sayıda lise son sınıf öğrencilerine bu konuda seminer verdim; anketler yaptım. Tipik cevap: Bilim Adamı Olmak İstediğimde Beni Cesaretlendiren Olmadı. Ülkemizde bilimin önemini inkar eden yok. Fakat hem yöneticiler hem halk öncelikler sıralamasında bilimi, olması gereken yerin epey altına koyuyor. Bu konuşmanın asıl amacı kamuoyuna mesaj vermek; bilim ve teknolojinin hakettiği yere getirilmesine katkıda bulunmak.
Önce bilim adamı adaylarına mesajım: Başarılı Bir Bilim Adamı Olabilecekseniz Mutlaka Olun.
Diğerlerine mesajım: Böyle Kimseleri Teşvik Edin. Neden? Bunun nedenlerini aşağıda açıklayacağım.
Önce bir temelleme:
Kişisel Amaç ve Ulusal Amaç Nedir?
Bir insanın amacı mutlu olmaktır: Uzun ve sağlıklı bir ömür sürmek, kendisi ile barışık olmak, yaşama sevinci ile dolu olmaktır. Güzelliklerin farkında olmak; ıslık çalmak, şarkı söyleyebilmektir; o zaman birlikte olduğumuz insanları da yaşama sevincimize ortak ederiz. Diyebirsiniz ki basit bir insan da mutlu olabilir. Bunun için öğrenim gerekli mi? Cevap:Evet. Bilgili bir insanın mutlu olma şansı daha yüksektir. Bilgili olmak mutluluk için önemli bir avantaj sağlar. Öğretimin birinci amacı da insanları bilgilendirmektir. Öğretimin öteki önemli amacı ise insanları yeteneklerinin limitine götürmektir.
Genel olarak bir kişi bir işi iyi yapabileceğine inanır ve o işi yapmazsa mutluluğundan kaybeder. Tiyatroya yeteneğim var, hevesim var, ama başka tarafa, daha az yeteneğim olan tarafa yöneliyorum; mutluluğumdan kaybederim.
Ulusal amaç ise kişisel amaçla ilişkilidir: Bağımsızlığı sürdürerek, bireylerin mutluluğunu mekanda ve zamanda yaygınlaştırmak.
Konuşmamın bundan sonraki kısmı, bu temel üzerine oturtulmuştur.

Bilim Adamlığının Çekici ve Zahmetli Yanları

Konuyu işlerken kendi hayatımdan örnekler vereceğim; bu benim için biraz zor olacak ama hem birbirimizi tanımamıza yardımcı olacak hem de ilk elden bilgi vermiş olacağım.
Türkiye�nin gerçeklerini yansıtmak açısından kısaca çocukluğumdan söz edeceğim.
Gönen�in 225 nüfuslu, 40 haneli bir köyünde 1935 yılında doğdum. Köyde 1960�lara kadar okul yoktu. Ayrıca, elektrik yok, telefon yok. 9 yaşına kadar ağabeyim Recep Dervişoğlu�ndan latin harfleri ile okuma yazma, köy imamından da Kur-an�ı okumayı öğrendim. 9 yaşında Gönen�de 3�üncü sınıftan okula başladım. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı sınavını kazanarak öğrenimimi sürdürdüm. O zamanlar parasız yatılı kurumu gerçekten hayati rol oynuyordu. Turgut Özal, S.Demirel ve daha çok sayıda ünlü bu kurum sayesinde çıkış yapmıştır. Bunu çok iyi bilen değerli hemşerilerim İrfan Solmazer, 1960�dan sonra parasız yatılı kontenjanında çok büyük artışlar yaptırmıştır.
Şunu takdirle belirtmeliyim ki Ülkemizin en ücra köşelerindeki gelen yetenekli kişiler, hiç bir engelle karşılaşmadan en üst mevkilere yükselmiştir, yükselmektedir. Bu Türkiye�nin çok değerli ve az rastlanır bir özelliğidir.
1959�da İTÜ Elektrik Fakültesinden Y.Müh.olarak mezun oldum; aynı yıl asistan olarak göreve başladım. Böylece çok sevdiğim akademik hayata adım atmış oldum.
1962 yılında İllinois Üniversitesine gidip 1964 Ağustos�unda doktoramı tamamladım.
Doktora hocam, konusunda dünyaca ünlü Sundaram Seshu idi. 30 yıla yakın bir süre önce trafik kazasında öldü; fakat yayınları sayesinde bugün hala anılıyor. Bu, bilim adamı olmanın önemli bir avantajıdır.
A.B.D.�de 300 kadar üniversitede Mühendislik öğretimi verilir; İllinois Üniversitesi ilk 4 arasında; dünyanın her yanından çok iddalı öğrenciler oraya Lisans Üstü öğrenimi için gelirler. Bu ortamda yıllarca kalmış olmak insanın kendisini geliştirmesi için bulunmaz bir fırsattır.
Doktorayı 2 sene gibi, oranın ölçülerine göre, kısa bir sürede tamamladım; İngilizceye ek olarak Fransızca ve Almancadan da sınavlara girdim. Seshu�nun teklifi üzerine, 6 ay doktora sonrası araştırıcı olarak çalıştım. Araştırma konum, Durum Denklemleri ile Devre Analizi ve Sentezi idi. Bu konu 1957�de Bashkow tarafından ortaya atıldı. Yaptığım araştırmalar bu konudaki temel araştırmalar arasında yer aldı; hala onlara referans veriliyor; “Citation Index” deki atıf sayısı da 100�ün üzerinde.
6 aylık sürede elde ettiğim sonuçlardan yararlanarak Cornell Üniversitesindeki bir ekip CORNAP diye oldukça isim yapmış olan bir paket program geliştirdi. Kitaplarda, bu programın dayandığı temelin benim bir araştırmam olduğu yazılmaktadır.
Araştırma işi çok önemli ve çok heyecan verici bir iştir. Aylarca gece gündüz kafa yorduktan sonra gerçekleştirdiğiniz bir yeniliğin, elde ettiğimiz sonuçların, buluşların verdiği haz hiçbirşeyle ölçülemez.
Araştırmanın çok önemli bir yan ürünü, araştırıcı bir kafa yapısı geliştirme aracı olmasıdır. Araştırıcı kafalar, diğer kimseleri de aynı şekilde etkiler. Dolayısıyla, bir ülkede kalıpçı değil de araştırıcı kafa yapısının yaygınlaşması için ülkede yeterli sayıda araştırıcının olması gerekir.
Araştırıcıların birbirlerini yayınlarından tanımaları ve günün birinde karşılaşmaları da çok ilgi çekicidir. Bu şekilde hayli deneyimim oldu; fakat birtanesini hiç unutmuyorum.
Bir kongrede tebliğ sunmak üzere Yugoslavya�nın (O zaman Yugoslavya vardı) Herseg Novi şehrine gitmiştim. Hava alanından şehre gitmek için bir kaç kişi aynı taksiye bindik. Yolculardan biri ünlü bir Rus bilim adamı Anatoli Petrenko idi. Türkiye�den olduğumu öğrenince “Ahmet Dervişoğlu�nu tanırmısınız ” diye sordu. Sorduğu kişinin ben olmama çok sevindi ve Rusça yazılmış kitabını bana imzalayarak verdi. Kitaptaki referanslardan ikisi benim yayınlarımdı. Hatırladığım kadarıyla, daha sonra kitap İngilizceye de çevrildi.
Benzer durumlara bilim dünyasında sık sık rastlanır; bu da bilim adamlığının heyecan verici yanlarından biridir.
1965 yılında ders vermeye başladım. O zaman henüz Öğretim Üyesi değildim. Sınıftaki öğrencilerle çok iyi diyaloğum vardı; hala da öyle. mezun olan öğrencilerim çok iyi yerlere gelmektedirler; eksik olmasınlar bana daima yakın ilgi göstermekte ve başarılarında benim de katkım olduğunu ifade etmektedirler. Bunun verdiği hazzı ve mutluluğu anlatabilmek imkansız.
Benim merhum kayınpederim, eski Rize Belediye Başkanı Ekrem Orhon, İnşaat Yüksek Mühendisi idi. Anadolu�nun her bucağında eserleri vardı ve bunun insana çok büyük mutluluk verdiğini söylerdi. Biraz da biz teorisyenlerin bu hazzı tadamayacağımızı ima ederdi. Oysa bir kişinin gelişmesine katkıda bulunın çok daha önemli ve doyurucu olduğu kanısındayım. Bu da bilim adamı olmanın diğer önemli bir avantajı.
Bana en çok mutluluk veren şeylerden biri büyük zekalarla, üstün yetenekli kişilerle karşı karşıya gelmek, etkileşim içinde olmaktır. Bilim adamları bu konuda çok büyük şansa sahiptirler. Görev yapmakta olduğum İ.T.Ü. ve 20 yıldır ders vermekte olduğum B.Ü. bu konuda müstesna kurumlardır. Öğrencileri ile de öğretim elemanları ile de etkileşim içinde olmak büyük mutluluktur. Öte yandan kongreler ve yayınlar aracılığı ile tüm dünyadaki parlak zekalarla etkileşim içinde olunabilmektedir. Bunların dışında 2 üniversiteyi ayrıca zikretmek isterim. Doktora öğrenimi için ve doktora sonrası araştırıcı olarak 3 yıl İllinois Üniversitesinde bulundum. Ayrıca 1973 -1974 yılları ile 1980-1982 yılları arasında 3 yıl Berkeley�deki California Üniversitesinde bulundum; dersler verdim, araştırmalar yaptım.
Bu iki üniversite, öğrencileri, öğretim elemanları, misafir hocaları, kitaplıkları, kültürel etkinlikleri ile gerçekten dünyanın müstesna etkileşim ve gelişim ortamlarını oluşturmaktadır. Altı yıl bu ortamlarda yaşamış olmanın sağladığı kazanç maddiyatla ölçülemez. Bu altı yılın üç yılında eşim ve çocuklarım da benimle beraberdi. Onlar da aynı derecede bu ortamlardan yararlandılar. Bunlar, bilim adamı olmanın, ilk nazarda göze görünmeyen avantajlarıdır.
Bilim adamı iseniz, düzenli bir hayatınız olmak zorunda. Devamlı araştırma yapacaksınız; yeni bilgiler üreteceksiniz, öğreneceksiniz ve öğreteceksiniz. Yani en üst düzeyde bir zihinsel çaba, zihinsel egzersiz içinde olacaksınız.
Sahip olduğunuz araştırıcı kafa yapısı hayatın her safhası ile ilgili konularda sağlıklı karar vermede yardımcı olacaktır.
Aynı derecede önemli bir avantaj daha var; muhtemelen ömür boyu zihin berrak kalacaktır. Yani zihinen genç kalınacaktır. “Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur” diyor büyük Atatürk. Doğru, fakat eğer kafamız sağlam, zihnimiz berrak, aklı kendine rehber edinmiş bir kimse iseniz o zaman sağlığınızı koruma şansınız çok yüksektir. Kathy KEATON, “Uzun Ömür ” başlıklı kitabında “Beyni sürekli kullanmak yaşlılığı geçiktirir ” demektedir.
İşte, bilim adamı olmanın bazı önemli avantajları bunlar. Peki zahmetleri yok mu? Var. Bunlar, maddi gelirin yapılan işe göre az olması, ömürboyu bir öğrenci gibi çalışma, davranışlarında daha dikkatli olma ve düzenli bir yaşam sürme zorunluluğu şeklinde sıralanabilir.
Eğer bir kimsenin bilim adamı olmaya yeteneği ve isteği varsa, zahmet olarak sıralanan şeyler önemli değilse o zaman tereddütsüz bilim adamı olmalıdır.
Ben ve arkadaşlarım şöyle diyoruz: Bizler bilim adamı olarak mutluyuz, yetenkli gençlerin de akademik hayata atılmalarını tavsiye ediyoruz.
Şimdi de biraz bilimdeki gelişmelerin tarihi seyrinden bahsetmek istiyorum.

Bilim Tarihine Kısa Bir Bakış

İnsanoğlu tabiat sahnesine birkaç milyon yıl kadar önce çıkmış. Fakat bilim tarihi incelenirken M.Ö.4000 lerden başlanıyor. Ondan önceki milyonlarca yılda kayda değer bir şey yok.
F.S.Taylor, Bilim Tarihi adlı kitabında, Bilim Tarihini 3 çağda inceliyor.

1- M.Ö.4000 ila M.Ö.600 arasındaki 3400 yıllık periyot. Buna “El Becerisi Peryodu” diyor. Bu çağda bilim yok, sadece alet yapımı var. Ufak tefek bilim kırıntıları da var. Sümerler M.Ö.2500 yıllarında p sayısını bulmuş: p=3,1. M.Ö.1800�lerde Babiller genelleme yapmadan bazı sonuçlar elde etmiş: Üçgen alanı ile ilgili formül vermek yerine verilen bir üçgenin alanını bulmak gibi.

2- M.Ö.600-M.S.1600 arasındaki 2200 yıllık periyot. Buna “Period of Greek Sciences” “Yunan Bilimi Peryodu” deniyor. Bundan önceki çağa Karanlık Çağ da deniyor. Karanlık Çağda insanoğlu evrende olup bitenlerin açıklamalarını tanrılarla, büyülerle, sihirle yapmaya çalıştı. Güneş tutulması, yıldırım, yağmur, mevsimler, hastalıklar böyle açıklanıyordu.
M.Ö.600�den itibaren, insanoğlu evreni tanımak için kafa yormaya başladı; böylece insanoğlu karanlıklardan aydınlığa çıktı, Ne yazık ki hala karanlıkta yaşayanlar da az değil.
M.Ö.384-322 yılları arasında yaşamış olan Aristo Lyceum�u kurdu; iyi bir biyog ve filozof idi, önemli adamlar yetiştirdi ve katkılar yaptı. Fakat insanları 18 asır boyunca yanıltan iddialar ileri sürdü. Düşen bir cismin hızının, ağırlığı ile orantılı olduğunu, 10 tonluk taşın, 1 tonluk taşa göre 10 kez hızlı düşeceğini ileri sürdü. Ayrıca ivme kavramını bilmiyordu. Hızın da sürtünme ile ters orantılı olacağını, dolayısıyla boşluktaki hızın sonsuz olacağını ileri sürdü.
Yunanlılar, soyut açıdan çok sayıda kavramı ortaya attı; fakat gözlem ve deneye dayalı uygulamalar açısından son derece zayıftılar. Russel şöyle diyor: “Aristo kadınlarda, erkeklerden daha az diş olduğuu söylüyordu; oysa gözleme gereken saygıyı duysalardı böylesine basit bir yanılgıya düşmezdi”.
Anadolu�da Millet�li Thales (M.Ö. 6.asır) Güneş tutulmasını İyonlulara ayına gününe kadar bildirdi.
Heredot: “Lidyalılarla Medler arası savaş 5 yıl sürdü. 6.yılda tam şiddetli savaş anında gündüz geceye dönüştü; savaşı bırakıp barış sözleşmesi imzaladılar” diyor (kitap 1, klio 74).
Halikarnas Balıkçısı (C.Ş.Kabaağaç) bu olayı şöyle yorumluyor:
“Bu günün birdenbire geceye dönüşmesi değil; yaşamlarını karanlık içinde geçiren sayısız kuşaklarla, tarih öncesinin milyonlarca yılı boyunca süren gecenin, insan kafasının şafak sökmesiyle birden bire güne dönüşmesiydi!”

Doğru yerdesiniz...
gelisenbeyin.net'tesiniz...
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 [Free Express Edition]
Copyright ©2001-2008 Web Wiz