gelisenbeyin.net Ana Sayfa
Forum Anasayfası Forum Anasayfası > Eğitim Dünyası > Eğitim Öğretim
  Yeni Mesajlar Yeni Mesajlar
  SSS SSS  Forumu Ara   Kayıt Ol Kayıt Ol  Giriş Giriş

Eğitimle Nasıl Kalkınacağız?

 Yanıt Yaz Yanıt Yaz
Yazar
  Konu Arama Konu Arama  Konu Seçenekleri Konu Seçenekleri
zaman Açılır Kutu Gör
Moderatör
Moderatör
Simge

Kayıt Tarihi: 31-Ocak-2007
Konum: Ankara
Aktif Durum: Aktif Değil
Gönderilenler: 724
  Alıntı zaman Alıntı  Yanıt YazCevapla Mesajın Direkt Linki Konu: Eğitimle Nasıl Kalkınacağız?
    Gönderim Zamanı: 18-Eylül-2012 Saat 19:08
Eğitimle Nasıl Kalkınacağız?
Sayın Oya UYSAL Ekonometri dergisi için ”Hepimiz, her gün ekonomimizin güçlenmesi ve küresel ölçekte rekabet edebilmek için, stratejik paydaşlarla ortak fikir birliğinde, toplumun ihtiyaçlarını fark ederek yenilikçi eylemlere imza atan, değişime açık insan gücüne ihtiyacımız olduğunu söylüyoruz.

Peki, bu insan gücü nerede? Nasıl ortaya çıkar?
Bir elma ağacı bile, dikildikten, aşılandıktan, sulandıktan, budandıktan, beslendikten sonra elma vermeye başlarken, bizim bahsettiğimiz insan modelinin de uzun soluklu bir eğitim anlayışıyla yetiştirilmesi gerekmez mi?

Küre hep aynı küre ama oyuncular artık çok daha iyi, işte o zaman rekabet zorlaşıyor, ayırt edicilik güçleşiyor. Artık salı pazarındaki malların kalite açısından Bağdat caddesinden çok bir farkı kalmadı, artık sınavlarında 67 birincimiz var, artık 1 000 000$ ve 250 000$ olan konutlar arasında konum ve büyüklük farkı dışında ne kaldı?
Ayırt edicilik giderek güçleşiyor, çünkü oyuncular işi öğrendi! Bundan sonra ne olacak?

1990’lı yılların başından beri bu ayırt edicilik arayışı çok daha şiddetlendi ve eskilerin bilgilerine geri dönüldü: “Tecrübe”nin adı know-how oldu; “oku” AR-GE, “birlik” yerini işbirliğine bıraktı, “İdeal” vizyon oldu, “ödev” misyon oldu….
İster AB’ne girelim ister girmeyelim, “artık kapımızı kapayalım, kendi ekmeğimizle yoğrulalım” deme imkânımız yoktur. İster doğu, ister batı ya da bugünlerde olduğu gibi ister güney ama mutlaka dış kaynaklarla alışveriş yapmak durumundayız. Bu alışverişi sadece mallar özelinde düşünmeyelim, fikirsel ve psikolojik alışverişlerimiz de söz konusudur.
Örneğin, Filistin konusunda daha çok duygusal bir alış-verişimiz varken, AB ile fikirsel de alış-veriş yapmaktayız. Bu tarz alışverişlerin, ulusal stratejilerimizi etkilediğini sizler de taktir edersiniz. Alışveriş ya da bundan kaynaklanan hareket, iki farklı unsur arasında gerçekleşir; yani ikisinde de aynı mal aynı miktarda varsa birbirlerinden alışveriş etmeye ihtiyaç duymazlar. Alışverişin sürekli “alış” tarafında kalmak, tüketici olmayı ve dolayısıyla yönetilen olmayı nedenlemektedir. Alışverişin sürekli “veriş” tarafında kalmak da bir zaman sonra kibiri ve arkasından tiranlığı getirmektedir. Alışveriş dengeli yapılmalıdır.

Türkiye olarak bugün “alış” noktasında mı yoksa “veriş” noktasında mıyız? Hepimiz biliyoruz ki, özellikle 1990’lardan sonra “veriş” kısmında bir hareketlenme olduysa da Türkiye, fikirsel, psikolojik ve fiziki olarak “alış” noktasındadır. Veriş noktasında yer alabilmek için yeni ve daha iyi fikirlere, toplumu daha üst bir bilince taşıyacak vizyona ve girişimcilere ihtiyaç vardır. Bu vizyon ve girişimciler nasıl ortaya çıkar? “Ne ekersen onu biçersin” doğa yasası bize bunun bir eğitim süreci olduğunu hatırlatıyor. Komedyenin söylediği gibi “Eğitim şart”
Finlandiya, küresel ölçekte rekabet edebilmek için geliştirdiği İnovasyon ve Girişimcilik Politikası’nda özellikle ilkokul seviyesinden yüksekokul seviyesine kadar eğitimin her noktasında gerekli düzenlemeleri yapmıştır. En tepede bu politikaları uygulayacak 3 bakanlık işbirliği yapmıştır: Ticaret ve Sanayi Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı. Sadece Finlandiya değil, Hollanda,
İsveç gibi inovasyon performansları güçlü ülkelerde de Milli Eğitim Bakanlığı’nın diğer bakanlıklarla işbirliği içerisinde strateji geliştirdiği görülmektedir. Sonuçları, uzun vadeli olmakla birlikte sürdürülebilir olduğu için bugün biz bu ülkelerin refah seviyesine erişmeye çalışmaktayız! Dünya Ekonomik Forumu tarafından basılan 2007-2008 Küresel Rekabet Raporu’na göre Finlandiya rekabet gücü 131 ülke arasında 6. iken Türkiye 53.sıradadır. Burada en çok dikkati çekmek istediğim nokta, bu skoru belirleyen iki faktördür:

1. Sağlık ve ilköğretim 2.Yükseköğrenim ve staj. Finlandiya her iki faktörde de 1.sırada iken Türkiye de 60.sıradan sonra gelmektedir. Bu raporu en dikkat çekici cümlelerinden biri de Türkiye’de öğretmenlerin “rekabetçilik” konusunda yetersiz kalmalarıdır! Eğitim Bakanı Tuula Haatainen’ın, BBC’ye yaptığı açıklamada “Finlandiya’da biz, yükseköğrenime, araştırmaya ve temel eğitime yatırım yapma zorunluluğuna inanıyoruz. Eğitim yeni iş alanlarına yol açabiliyor. Her zaman iş gücü için yeni yeteneklere ihtiyacımız var ve dolayısıyla bu yatırıma devam etmeliyiz anlamına geliyor.” diyor. Bu politika Finlandiya’nın en rekabetçi ülke olması olarak tanımlanmasını ve inovasyon kültürünü gösteriyor. Yaygın ve açık bir eğitim sistemine sahip Finlandiya’da en büyük fark zorunlu eğitim yaşının 16 olması, çocuklar ilk baştan itibaren aynı okula gidiyorlar. Bu yaştan sonra ister meslek lisesine isterse daha üst bir okula gidebilir. Finlandiya günümüzde en düşük işsizlik oranına sahip Avrupa ülkesi. Temel eğitimin dışında bir eğitim almamış birçok kişiyi özellikle yeni gelişmekte olan sektörlerde (bilişim teknolojileri gibi) mesleki bir eğitime tabii tutarak işgücüne katıyorlar. Kısaca daha burada sayamayacağımız kadar çok sebepten ve belki de bu araştırmayı eğitimcilere bırakarak, Finlandiya tarım ülkesi konumundan yüksek teknolojiye sahip bir ekonomiye dönüşmüş ve bunu hızlandıran da eğitim olmuştur. Sonuç ortadadır: 1985’de kişi başına gelir 11 000$ civarında iken sadece 20 sene içerisinde bu rakamı 40.000$’lara ulaşmışlardır.

Sadece Türkiye değil, Avrupa da bugün iş hayatının talep ettiği nitelikli personel ile mevcut işgücü arasının giderek daha da açıldığını kabul etmektedir. Dolayısı ile teorik ve pratik eğitimin birlikte yürüdüğü ve yaşam boyu eğitime odaklanan bir yeniden yapılanmaya gitmişlerdir. Gerçekte bu modeli 2500 sene evvel Platon, “Devlet” kitabında anlatmıştır, ancak uygulamak, konuşmak ve yazmak kadar kolay değildir! Platon teorik eğitimin yanında çocukların ve gençlerin kendi yeteneklerini sergileyebilecekleri pratiklerle eğitimin pekiştirilmesini ve buradan hataların ve eksikliklerin bulunup tekrar teorik eğitimle zihinlerin beslemesini ve tekrar deneyerek daha iyi sonuçlar elde edilmeye doğru giden bir sistem önermiştir. Bu modeli 1956’da Benjamin Bloom, Eğitim Amaçları Taksonomisi adı altında yayınladı. Buna göre, öğrenmede 6 aşama vardır:
Bilgi, Anlama, Uygulama, Analiz, Sentez, Değerlendirme.
Bu modele biz de çok uzak sayılmayız, çünkü “iş için iş içinde eğitim” ilkesiyle başlayan ve 1940’lı yıllarda kurulan köy enstitülerinin temelinde ne, neden ve nasıl üçlemesi vardır. Yani;
Neyi öğrenmeliyim,

Neden öğrenmeliyim ve
Öğrendiğimi nasıl yapacağım?

Köy Enstitüleri iyi bir model olarak ortaya çıktı ve o kadar iyi idi ki acilen kapatılması gerekti!
Eğitim bilimcileri bu konularda yoğun olarak çalışmaktadır ancak onların ortaya koydukları nedense yaygın eğitime intikal etmez!
Bugün geldiğimiz nokta eğitimde başarılı olamadığımız yönünde, sürekli yeni modeller deneniyor ama modelin sonuçları beklenmeden yeni bir modele geçiliyor ve çocuklar ellerimizde heba olup gidiyor, sonra da “her işi yaparım…” diyen bir sürü kişi sokakta dolaşıyor. Bu kişileri topluma katamadığımız için de topluma aykırı olmaya başlıyor, sonucunda şiddet ortaya çıkıp, birlikte yaşam modeli de çökmeye başlıyor.
Şimdilerde herkes kendi çözümlerini ortaya koyuyor. TED Koleji, ABD Elçiliği finansmanı ve Technopolis’in danışmanlığında lise düzeyindeki gençlerde yaratıcılık, inovasyon ve girişimciliği teşvik etmek için bir proje başlattı. Proje, pilot okullardaki eğitmenlerin eğitimini ve sonrasında gençlerin 1 yıllık eğitimlerini kapsıyor. Gençlerden “koç”larının desteği ile inovatif fikirler geliştirmeleri, iş planlarını yapıp, kendi sanal şirketlerini kurmaları ve sonunda sanal hisse senedi piyasasında şirketlerini en üst karla satmaları bekleniyor. Böylece gerçek piyasaya girmeden evvel kendi yetenekleri çerçevesinde iş dünyasını deneyimlemiş oluyorlar. Bu proje, daha önce Dünya Bankası finansmanıyla ilkokul öğrencileri arasında yapılan çalışmanın (Proje adı: Eski Köye Yeni adet) büyük sınıflara uyarlanması. Eski Köye Yeni Adet Projesinin de olumlu sonuçları ile, eğitim sistemimize Teknoloji ve Tasarım dersi girdi. Umarım bu projenin de sonuçlarından yaygın eğitimimiz faydalanır.”

diye bir yazı kaleme almış. Hem de 01 Haziran 2011′de Ekonometri dergisi için yazmış. Çok da iyi etmiş, çok güzel anlatmış.
Gel gelelim asıl meseleye o zamandan bugüne Türkiye’de eğitim adına ne değişti?

Oya hanımın övgüyle bahsettiği ve yıllar önce köy enstitülerinin kapatılmasıyla kaybettiklerimizi tekrar kazanmak adına güzel bir iş başardığımız Teknoloji ve Tasarım dersi maalesef Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 4+4+4 eğitim sistemi için yapılan haftalık ders çizelgesinde temel eğitimin ikinci kademesinin tüm sınıflarında olması beklenirken maalesef 3te1 oranında azaltılarak 6. sınıflarda kaldırıldı.

Oysa eğitimle ilgili konuşan yetkililer, bürokratlar, bakanlar adeta teknoloji ve tasarım dersinin felsefesinden ve vizyonundan bahsetmektedir ama bu dersten haberleri yoktur. Bu da onların ne kadar samimi, dürüst ve işin ehli olduklarını göstermektedir maalesef.
ilgili yazının kaynağı:
http://blog.milliyet.com.tr/finlandiya-nasil-kalkindi/Blog/?BlogNo=308485

Doğru yerdesiniz...
gelisenbeyin.net'tesiniz...
Yukarı Dön
 Yanıt Yaz Yanıt Yaz

Forum Atla Forum İzinleri Açılır Kutu Gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 [Free Express Edition]
Copyright ©2001-2008 Web Wiz