İnsanda Güven Bunalımı
Güven kaybı hem fert, hem de toplum için çok kötü bir hastalıktır. Hatta öldürücü bir hastalıktır. Ne var ki, hükümetler ve devletler, halkın beden sağlığı için tıp fakülteleri, hastaneler, araştırma merkezleri ve laboratuarlar kurar. Hasta olanlar oralara başvurur ve sıhhatine kavuşur. Fakat ruh sağlığı, inanç sağlığı ve güven temini için özel bir çaba harcandığı yok; ya da ben bilmiyorum. Hâlbuki güven kaybına uğramış bir milletin fertlerinde görülen çok çeşitli ruhi hastalıklardan bencillik, şüphecilik, agresiflik, iticilik ve kabulsüzlük başını almış gidiyor memleketimizde maalesef.
Mazimizden ve inancımızdan gelen bir değerle biz biliriz ki, güvenilirliğimiz millet olarak bizim en büyük kredimizdir. Güveni kaybettik mi, her türlü krediyi kaybetmiş sayılırız. Güvensizlik hastalığı öyle bir hastalıktır ki, önce fert ve toplumda şüpheyi doğurur. Sonra insanlar bu şüphecilikle öyle buhranlara girerler ki, kimse kimseyi dinlemez ve kimse kimseyi anlamak istemez. Artık güvenerek bir kısım ihtiyaçlarını alamaz, satamazsın. Güvenerek yiyemez-içemez, güvenerek tedavi olamazsınız. Yani para için mi ameliyat oluyorsun yoksa hastalığınız için mi bunu bilemezsiniz? vs. Bunların hepsinin toplumumuzda yüzlerce misali vardır. Hatta bu öyle noktalara gelir ki, ne Allah ne Peygamber inancı ona engel olur. Yeri geldiğinde Allah'ı da, Peygamberini de reddedebiliriz. Bu konuda orta yolu bulma biraz da inanan insanların ferasetine bırakılmıştır.
Aslında teslimiyet iyidir, hatta şöyle bir atasözümüz de var; "her geceyi kadir, her geleni Hızır bileceksin!" Bileceksin ama aklın ve dinin ölçülerini de bir tarafa bırakmayacaksın. Güvenle alakalı Hz. Süleyman kıssasında anlatılan bir durum vardır. İnsanlar bir yoldan geçerken, yola konup rızıklarını arayan kuşlar uçup kaçarlar. Ancak bir defasında bir kuş başında sarık ve ilmiye kıyafetli birisinden şu mülahaza ile kaçmaz; "Nasıl olsa bu şahıs hoca güvenli insan, hak-hukuk bilir insan, bana zarar vermez". Ama o şahıs kuşun kanadını ve ayağını çiğner geçer. Ayağı kırılan kuş, Hz. Süleyman'ın huzurunda adamı dava eder. Bu suçu kuşa reva gören şahsın da bacağının kırılacağına hükmedilir. Ancak mağdur kuş davaya itiraz eder! Ve der ki; "kadı efendi, bir daha takmamak üzere bu şahsın başındaki sarığı ve sırtındaki cübbeyi alınız ki, başkası da benim gibi aldanıp ayağını kanadını kırdırmasın." Bu bana çok manidar gelmektedir. Demek ki ne sarığa ne de cübbeye aldanmamak lazım.
Senelerdir ülkemizde bu güven bunalımı var maalesef. Daha fenası da güveni istismar edilen halkımız. Bu ülkede biz çok şey gördük. İnsanlar önce hacı hoca kılığına sokuldu, abartıldı, televizyonlarda gazetelerde millete tanıtıldı, sonra ya fuhuşla bastırıldı, ya sahtekârlıkla anıldı vs. Hâlbuki o insanlar ne hocaydı, ne hacı, ne şeyhti ne de meşayih... Fakat karalanacak İslam olunca onlara evvela temsilci uyduruldu sonra da temsilciler üzerinden senaryolar gerçekleştirildi. Senaryolarında büyük ümit besledikleri birçokları da faili meçhullerle yok edildi ama yine senaryolarından bekledikleri olmadı, olmayacak da zaten. Çünkü milletimiz artık biliyor bilmesi gerekenleri.
Ama hala anlama, hala inanma, amel etme ve güven telkin etme üçlüsünü bir araya getirip insanları bu şekilde eğitme ve değerlendirmeyi maalesef bir kısmımız öğrenemedik.
Ben şahsen buradan şu gerçeğe varıyorum; "İnsan bilmediği şeyin düşmanıdır!" Ne kadar doğru bir söz, çünkü bunun temeli Hz. Peygamberin duasına dayanıyor. Hani kendilerine hidayet ve insanlık götürdüğü Taifliler Efendimizi taşlamışlardı ve kan revan bırakmışlardı da Allah Resulü: "Allahım! Sen onları affet çünkü onlar beni bilmiyorlar, bilseler böyle yapmazlar."
Sağlıcakla Kalın ……
Fatih EKİNCİ / Eğitim Uzmanı - Yazar Tweet Paylaş
www.gelisenbeyin.net / Gelişimin adresi...
Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Design by Yahya KARAKURT