Orta Çağın en büyük seyyahı ve Rıhlet-ü İbn Battûta diye bilinen
seyahatnamenin yazarıdır. Devrin en önemli seyyahlarında olup dünyayı
dolaşmıştır.
İbn-i Batuta ismiyle meşhur olan seyyahın asıl adı, Şemseddin Ebu
Abdullah Muhammed b. İbrahim'dir. 1304'te Tanca'da doğmuştur.
Berber kabilelerinden Levatalara
mensuptur. Yirmi iki yaşına kadar Tanca'da yaşamış, hukuk ve din
tahsilini de buranın medrese (üniversite) sinde yapmıştır. İlk defa hacc
maksadıyla Hicaz'a doğru yolculuğa çıkmış, İskenderiye'ye kadar uzanan
bu seyahatinde uğradığı yerlerde İslâmi mevzuları bilen bir zat olarak
halkın ve belde ileri gelenlerinin iltifatlarına mazhar olması, onda
devrinin İslam dünyasını tanıma merakını uyandırmış, maceracı ve
araştırıcı ruhunu kamçılamış, böylece çeyrek yüzyılı aşan seyahatleri
ile Mısır, Suriye, Arap yarımadası, Irak, İran, Doğu Afrika, Anadolu,
Kuzey Türk illeri, Doğu Asya, Hindistan Çin, Endülüs ve Sudan gibi
ülkeleri görmüş, tanımıştır. Sonra da bu Sebahatlarının neticesinde, on
dördüncü yüzyıl İslam dünyası ile Türk âlemini canlı levhalar halinde
seyahatnamesinde aksettirmiştir.
İbn-i Batuta'nın üç seyahati vardır. Bunların ilki en uzunu olup
doğu ve batıda ziyaret etmediği bir yer bırakmamıştır. Gezilerinde en
fazla kaldığı yerlerden biri Hindistan, diğeri Çin'dir. Hindistan'da iki
yıl, Çin'de iki buçuk yıl kadılık yapmıştır.
Dolaştığı her yerde hâkimlerle, kadılarla, ileri gelenler ve mühim
kimselerle tanışmıştır. Onların adetlerini, törelerini, yediklerini,
içtiklerini, eğlencelerini en ince bir şekilde tesbit etmiş,
aralarındaki geçimsizlikleri, entrikaları kavgaları canlı tablolar
halinde nakletmiştir. Dindar bir kimse olmak itibariyle her gittiği
yerde, işittiği din adamları ile tanışmış mukaddes makamları ziyaret
etmiş, dini müessesler hakkında malumat toplamıştır. İslam âlemine ilk
defa hind fakirlerinden, Anadolu ahilerinden ve İran hatimlerinden
bahseden seyyah o olmuştur. Bu yönü ile ayrı bir değer taşır.
İbn-i Cüzey, İbn-i Batuta'nın hatıralarını yazma işini 1355 yılının Ocak
ayında tamamlamıştır,
İbn-i Batuta 1369 yılında vefat
etmiştir.
İlk yolculuğunda Kuzey Afrika'dan geçerek Mısır'a varmış, Nil vadisinden
birinci şelaleye kadar gitmişti. Yalnız o sırada bu bölgede savaş
yapılmakta olduğu için geri dönerek Suriye'ye burada da fazla kalmayarak
İran'a ve ikinci defa Mekke'ye gelmiş, buradan da Kıpçak eline kadar
uzanmıştır.
İbn-i Batuta Kıpçakların yaşayışı üzerine çok ilgi çekici bilgiler
vermiştir.
Batuta 1342'de 2000 atlı ile Çin'e gitmek üzere yola koyulmuştu. Çin
imparatoruna birçok yüksek değerde hediyeler götürüyordu. Kervan yolda
yerli kabilelerin hücumuna uğradı, yağma edildi. İbn-i Batuta da
Delhi'ye dönmek zorunda kaldı ikinci defa yola çıkışında önce Malakar
kıyılarına geldi, burada deniz yolculuğuna elverişli rüzgârları beklemek
için üç ay kaldı
İbn-i Batuta, Tombukta'ya kadar gitti.
Coğrafya bakımından İbn-i Batuta Sudan ile Nijerya bölgesinin gerçek
kâşifi sayılmaktadır. Zengibar Hint -Kuş, Maldiv adaları ve Sumatra'ya
dair verdiği bilgiler sonradan kaptan Gudlain, J.Wood Soltorgraje gibi
batılı gezgin ve uzmanlarca doğrulanmıştır.
İbn-i Batuta Asya ve Afrika'nın birçok ülkeleri hakkında coğrafya ve
tarihle ilgili pek değerli bilgiler verir. Bunlar arasında Sudan'daki
zenci Manding devleti hakkındaki notları ile bu devleti unutulmaktan
kurtarmıştır. Bundan başka kitabın Hindistan bölümünde bu ülkenin
tarihini anlatmakla yetinmemiş, buradaki sosyal sınıflar, toplum hayatı
ve gelenekler üzerinde çok zengin bilgiler vermiştir.
İbn-i Batuta kitabında çağındaki birçok Türk ülkelerini de çeşitli
yönleri ile anlatır.Yukarda adı geçen Kıpçak elinden başka gezi
notlarında Luristan Atabeylerine, İlhanlılara, Çoban Oğulları'na,
Artuklıların İlgazı koluna da geniş yer verilmiştir, İbn-i Batuta bu
ülkelerdeki komutanları, bilim adamlarını, ordu ve hükümet kuruluşlarını
uzun uzun anlatıyor.
Osmanlı devletinin kuruluş çağında
Anadolu'daki Türk beylikleri üzerine de İbn-i Batuta'nın kitabında çok
zengin bilgiler vardır. Bu ara Osman beyin oğlu Orhan Gazi'ye çok önemli
bir yer ayırmıştır. Osmanlı devletinin temel müesseselerini meydana
getiren Orhangazi'nin yüze yakın kalesi olduğunu, bu büyük devlet
başkanının durup dinlenmeden bunları kontrol ettiğini ve daima cenge
hazır olduğunu överek anlatır. Anadolu'ya dair verdiği bilgiler arasında
ahilere dair olanlar çok ilgi çekicidir. İbn-i Batuta çifte bir sosyal
gaye ile kurulmuş olan Ahiliğin tüzükleri buyrukları üzerine geniş
bilgiler verdikten sonra, büyük askeri şeflerin bu ahilerden seçildiğini
de söyler.
İbn-i Batuta'nın kitabında bütün bu coğrafya ve tarih bilgilerinden
başka, gezip gördüğü yerlerde yaşayan insanların yeme içme ve
giyinişlerine, kullandıkları vasıtalara da büyük yer ayrılmıştır. XIV.
Yüzyıldaki İslam dünyasının ekonomi san'at ve ulaştırma v.b. işleri
üzerine araştırma yapanlar için
İbn-i Batuta'nın kitabı çok değerli bir
hazinedir.
Seyahatnamesinden bazı seçmeler:
Anadolu ve insanını şöyle anlatır: "Bilad-i
Rum denilen bu ülke dünyanın en güzel memleketidir. Allah, güzellikleri
öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtılırken, burada hepsini bir araya
getirmiştir. Burada dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli
halkı yaşar ve en nefis yemekler pişirilir. Allah'ın yarattıkları içinde
en şefkatli olanlar bunlardır ki, bundan ötürü "Bolluk, bereket Şam'da
şefkat ise Anadolu'dadır. "denilmiştir.
Ahi'lerden şöyle bahseder:
"Ahi-kardeş demektir. Ahiler, Anadolu'ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin
yaşadıkları her yerde, şehir kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar.
Memleketlerine geleni yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme,
yiyeceklerini, içeceklerini, yatacaklarını sağlama, onları uğursuz ve
edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara
katılanları yeryüzünden temizleme gibi mevzularda bunların eş ve
emsallerine dünyanın hiçbir yerinde rastlamak mümkün değildir.
Ahi, evlenmemiş, bekâr ve sanat sahibi
olan gençlerle diğerlerinin kendi aralarında bir topluluk meydana
getirip içlerinden seçtikleri bir kimseye denir. Bu topluluğa da
Fütüvvet gençlik adı verilir, önder olan kimse bir tekke yaptırarak
burasını halı kilim kandil ve benzeri eşya ve gerekli vasıtalarla
donatır. Kardeşler gündüzleri geçimlerini sağlayacak kazanç elde etmek
üzere çalışırlar ve o gün kazandıkları parayı ikindiden sonra topluca
getirip öndere verirler. Bu para ile tekkenin ihtiyaçları karşılanır,
topluca yaşama için gerekli yiyecek ve meyveler satın alınır. Mesela o
sırada beldeye bir yolcu gelmişse, onu tekkede misafir ederler ve alınan
yiyeceklerden ikram ederler. Bu tutum yolcunun ayrılışına kadar sürer
gider. Bir misafir olmasa bile yemek zamanında yine hepsi bir araya
gelip topluca yemekler yerler ve ertesi sabah işlerine giderek ikindiden
sonra elde ettikleri kazançlarla rehberlerinin yanına dönerler. Bunlara
Fityan-Gençler, rehberlerine ise daha önce de söylediğimiz gibi
Ahi-kardeş adı verilir. Ben, dünyada onlardan daha güzel davranan kimse
görmedim. Şiraz ile İsfahan halkının davranışları onları andırmakta ise
de, bunlar gelen ve giden yolculara daha fazla alâka ve saygı
göstermekteler, şefkat ve iltifatta onlardan daha ileride
bulunmaktadırlar.
Antalya'ya varışımızın ikinci günü idi, bu gençlerden biri Şeyh
Şehabeddin-i Hamevi'nin yanma gelerek onunla Türkçe konuştu. O zaman
Türkçeyi henüz anlayamamakta idim. Sırtında eski, yıpranmış bir elbise,
başında da keçe külah vardı. Şeyh bana dönerek, bu adamın ne dediğini
biliyor musunuz? diye sordu Bunun üzerine, seni ve yanındaki
arkadaşlarını yemeğe davet ediyor, demesiyle doğrusu buna hayret ettim
ve evet dedim. Adam ayrılınca Şeyhe, bu
adam fakirdir, bizi ağırlayacak kudreti yoktur, onu zor durumda bırakmak
istemeyiz, dedim. Bunun üzerine, Şeyh güldü ve bu adam genç kardeşlerin
rehberlerinden biridir, kendisi sayacı ustalarındandır, cömertliği ve
kerem karlığı ile tanınmıştır. Sanatkârlar arasında aşağı yukarı ikiyüz
yoldaşı vardır. Onlar kendisini önderliğe seçtiler ve bir tekke
yaptırdılar. Şimdi gündüz kazandıklarını geceleri sarf etmektedirler,
cevabını verdi."
Birgi ile alakalı malumatı verdikten sonra gökten düşen bir taştan
bahsediyor: Yine bir toplantı sırasında Bey, bana Hiç gelip gökten düşen
bir taş gördün mü? diye sormuş, ben de : -Ne gördüm, ne işittim.
Cevabını vermiştim. Bunun üzerine Birgi dışına böyle bir taşın düşmüş
olduğunu söyleyip adamlarını çağırtır ve onlara bahis mevzuu taşın
getirilmesi emrini verdi. Bu adamlar simsiyah, sert ve kaypak bir kayayı
alıp getirdiler. Ağırlığı zannıma göre bir kantar çekmekte idi. Bey, bu
defa taşçıları çağırttı. Bunlardan dört usta gelip divan
tuttular. Taşın parçalanması emredilince ellerindeki balyozlarla hep
birlikte taşa dörder kere vurdularsa da birşey olmadı. Buna şaştım
kaldım. Bey, bu tecrübeden sonra taşın götürülüp eski yerine konmasını
buyurdu." Osmanlı Devletinin ikinci
hükümdarı olan
Orhan Beyi
şöyle anlatır: "Bursa'nın hâkimi Osmancık oğlu îhtiyaru'din Sultan Orhan
Beğ'dir. (Cık, Türkçede küçük manasında bir ektir.) Bu hükümdar Türk
padişahlarının en ulusu olduğu kadar, toprak, asker ve varlık bakımından
da onların en üstünü bulunmaktadır. Hakimi olduğu yüz kadar kale vardır
ki, çoğu zamanını bunları dolaşmakla geçirir ve her kalede bir müddet
kalarak durumlarını anlamak, noksanlarını tamamlamakla meşgul olur.
Hiçbir şehirde, hiçbir suretle bir aydan fazla oturmaz, aralıksız olarak
kâfirlerle savaşı sürdürür, onların kalelerini bir bir kuşatarak
fetheder."
İbn-i Batuta'nın Anadolu'daki çeşitli şehirler ve şahıslar hakkında
verdiği bilgiler üç yüz sene sonra bu yerleri dolaşan
Evliya Çelebi'nin
Seyahatnamesinde de bulunmaktadır.
İbni Batuta Kısaca
Bilim İnsanları / Bilim İnsanları Hayatı Kısaca / Bilim Kadınları / Aforizmalar / Bilim İnsanları Capsleri / Bilim İnsanı Sözleri
Bilim İnsanları
/ Ünlü
Yazarlar /
Ünlü
Ressamlar /
Ünlü Müzisyenler /
Türk Büyükleri
/ Türk Bilim
İnsanları /
Ünlü Matematikçiler
/ Ünlü
Fizikçiler