"Ne açar kimse kapım bâd-ı sabadan gayrı
Ne yanar kimse bana ateş-İ dilden özge” Fuzuli
(Sabah rüzgârından başka ne kapımı açan olur.
Ne de bana gönlümün kendi Ateş'inden başka yanan olur.)
Yalnızlık... Hem yakındığımız hem de sıkı
sıkı sarıldığımız bir alışkanlık... Bir hastalık olur bazen, bazen de
bir tedavi sanki. Bana kalırsa korkunç bir hastalık, kaçınılmaz sona
doğru yaklaşmanın ayak sesleridir yalnızlık. Bir kaçış, bir
yenilgi, bir teslimiyettir yaşama karşı. Belki kaygısız yaşanan bir
ömrün bize kestiği ceza, mahkûmiyettir yalnızlık.
Sinsice içimize yerleşen bu duyguyla, gün olur kendimizi eve hapseder,
tembelliğin tadını çıkarırız. İlk zamanlardan hoşumuza da gider bu
duygu. Dışarı çıkmamak, gezip dolaşmamak için bahaneler üretiriz. Ama
zamanla bizi toplumdan soyutlar, insanlardan uzaklaştırır. Hastalıklı
bir ruh hâli tuzağına çeker bizi. Bu durumdan kurtulmanın çaresi bir an
önce kendimizi dışarıya, sokaklara, caddelere atmakla başlar. İnsan
seline, kalabalıklara bırakınız kendinizi. Sahile ininiz, gelen geçen
gemileri, seyrediniz; martı çığlıklarıyla dolsun kulaklarınız. Uzun
yürüyüşler yapınız. Sonra bir spor müsabakasına gidip, boğazınız
yırtılıncaya kadar taraftarı olduğunuz takım için sevgi sloganları
atınız. Sevdiklerinizle buluşup, söyleyişiler yapınız. Havadan sudan
konuşmalarla hafifletin iç sıkıntınızı. Yalnızlığınızı büyük ölçüde
giderirsiniz böylece.
Benim söz etmek istediğim asıl korkunç
yalnızlık bu değil. Bir başına kalmak koca dünyada... Çalacak bir kapın,
arayacak bir dostun olmaması... Kalın perdeler arkasında, loş odanda
geçmişin ağırlığıyla öylece yığılıp beklemek. Yüzü eskimiş
koltuklarda... Susmuş telefonlar ve hantal kapılardan bir müjde
beklemek... Yanlış olsa bir kez dokunsalar kapının tokmağına diye
ümitsiz beklentiler... Bütün sevdikleriniz uzaklaşmış, yüz çevirmiş
değer verdiklerin... Çocukların kim bilir nerelerde... Kendi
hayatlarının mücadelesini veriyor. Unutulmuşluk sarmış dört yanını.
Nankörlük duvarları beton gibi çarpmış suratına. Dost yüzler kaybolmuş,
hâl hatırını soran ara da bulasın. Elin telefona uzanır, geri çekersin,
tutuşur parmakların. Sevdiklerin ses vermez öte dünyadan. Anlayacağın
yalnızlık vurmuş seni can alıcı yerinden.
İşte, anlatmak istediğim yalnızlık bu. Evlerinde, bakım ve huzur
evlerinde ihtişamlı makamları, gençlik yıllarını geride bırakanlar.
Onlar için dünya daha yavaş dönüyor şimdi. Her şey yalnızlık kokuyor.
Hayal kırıklığının gölgesinde, kalpler bedbaht, unutulmuşluk ve
pişmanlıklar. Sinmiş her köşeye.Sitem dolu gözler her an sağanak sağanak
boşalmaya hazır.Yeter ki hasret duyduklarına ait bir söz duymasınlar.
Yalnız dostlarım, teslim olmayın
yalnızlığa. Kendilerini karanlık, izbe odalarda
yalnızlığa mahkûm edenler, umutsuz düşlerin esiri olanlar ve
şehir parklarında elinde gazete ile yarım kalan hayalleriyle banklarda
uyuyakalanlar... Kalkın, hemen kalkın şimdi. Atın kendinizi
kalabalıklara, caddelere, yollara. Karışın insan seline... Takılın
uçağın pervanesine, otomobilin sesine, rüzgârla dolan yelkene...
Gülümseyin, selâm verin hiç tanımadıklarınıza... Nereye gittiğini
bilmediğiniz şehir otobüslerine şehir vapurlarına binin... Gezin,
dolaşın. Yalnızlığı en uzak yerlere götürün, Mutlu dönün...
Yalnızlığı yalnız bırakın...
Aydın SARI / Eğitimci- Yazar /
Diğer Yazıları
/ Duyun Beni!
/
Başarının Anahtarı İnovasyonda! /
Başarılı
Olmak