İZMİR
SUİKASTI
ALÇAK GÖNÜLLÜ
ASKERLE GÜREŞ
Atatürk Tüm
Bilgiler /
Atatürk'ün Askerlik Anıları /Atatürk'ün
Çocukluk Anıları / Atatürk Sözleri / Atatürk'ün
Kitapları / Einstein'den
Atatürk'e Mektup
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında
Selanik’te doğdu. Ali Rıza Efendi babası, Zübeyde Hanım
ise annesidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün
Devamı için
tıklayınız... Mustafa Kemal Atatürk, önce annesi
Zübeyde Hanım’ın ısrarı ile Mahalle Mektebi’ne
kaydolmuş, daha sonra ise babası
Devamı için tıklayınız... Atatürk, doğruyu söylemekten asla
çekinmezdi. "Ben, düşündüklerimi daima halkın huzurunda
söylemeliyim.yanlışım varsa
Devamı için
tıklayınız...Atatürk'ün Anıları
İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir
gün bize şu olayı anlatmıştı:
—Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı. Sorguları
yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu.
Kendisine sordum:
— Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
— Evet, dedi. Ben yine sordum:
— Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
— Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış. Sonra bize onu
öldürmek için para da vereceklerdi.
— Sen Mustafa
Kemal'i tanıyor musun?
— Hayır.
— O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
— Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi. Biz
de öldürecektik.
O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
— Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.
Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir süre
şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür
ağlamaya başladı.
Yahya Galip KARGI / Kaynak: Yücel Dergisi, 1948
Atatürk'ü, 1938 Gençlik ve Spor Bayramı günü, son defa, 19 Mayıs
Stadyumu'nda gördüm. Şeref tribünü kapısında -o zaman küçük bir
çocuk olan kızıma- o günün anısı olan rozetini taktırmayarak bir
şeyler söylüyordu. Zayıf ve yorgundu.
Kızımdan
Atatürk'ün kendisine neler söylediğini sordum:
— Rozette resmim varmış, nasıl takarım? dedi.
Zeki ve alçakgönüllü Atatürk rozetteki resmi görmüştü.
Bu, O'nun stadyuma ilk ve son gelişi, sanki gençliğe vedası oldu.
Nasuhi BAYDAR /
Kaynak: Tan Gazetesi, 10.11.1946
Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir
Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu:
— Sen güreş bilir misin?
Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi. Genç
asker her zaman üstün geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı.
Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
— Haydi, bir de benimle güreş!
Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
—“Atam," dedi. "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet
mi bu işi başarır?"
Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı.
Tahsin UZER / Kaynak: Millet Dergisi, 1946.
BENİM ADIM ATA DEĞİL
Atatürk'ün sinirlendiği önemli bir nokta vardı. Gazetelerde,
kendisine "Ata" denildiğini okudukça şöyle dedi:
— Benim adım Ata değil, Atatürk'tür! Bazı gazeteler neden böyle
yazarlar?
Şükrü KAYA
Kaynak: Dünya Gazetesi, 10.11.1953
GÖMÜLECEĞİ YER
Atatürk'ün gömüleceği yer ve toprak:
O'nun kabri Ankara'da olacaktır. Fakat bu şehrin neresinde? Çünkü O'
nun en son kuvvetli isteği bir an önce Ankara'ya dönebilmekti. Biri
Büyük Millet Meclisi'nden İstasyon'a inen cadde üzerindeki yuvarlak
yer, diğeri Çankaya'daki yeni köşkün mermer havuzu. Bu yerler şu
nedenle konuşulmuştur:
Bir akşam Atatürk'ün etrafında toplananlar arasında, O'nun ölümlü
oluşu üzerinde durulmuş ve özellikle kendisi 1926 suikast
girişiminden sonra söylediği cümleyi tekrar etmişti. "Benim naçiz
vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti
ilelebet payidar kalacaktır." dedikten sonra "Milletim beni istediği
yerde yatırsın, yeter ki beni unutmasın," demişti. Meclisin
altındaki yuvarlak yeri ortaya atan kişiye ise, "iyi ve kalabalık
bir yer, fakat ben böyle bir arzumu milletime vasiyet edemem".
Ancak, gene o akşam ileri sürülen bir fikrin kendisini çok
duygulandırdığını, bugün bile hatırlıyorum.
Memleketin bütün sınır boylarından getirilecek toprak üzerinde
yatmak. Recep Peker, hararetle bu fikrin sembolik savunmasını
yapmıştı.
Atatürk, böyle bir fikrin uygulanmasından ancak, ölümlü vücudu için
hoşlanacağını ve gurur duyacağını anlatırken bana bakarak: "Bunu
unutma!" demişti.
Prof. Dr. Afet İNAN
Kaynak: Ulus Gazetesi, 25.06.1950
SOKAK ÇOCUĞU
Atatürk'e, düşmanlarından bir bayan, bir yabancı gazetede (sokak
çocuğu ve zalim) diye yazılar yazmak küçüklüğünü göstermişti.
Bir gün Yat Kulüp'te Atatürk, arkadaşlarına bu yazıdan söz ederek
demiştir ki:
— Bana sokak çocuğu diye yazmış... Ben pek küçük yaşta yatılı bir
öğrenci olarak okullara girmedim. İdadi'den Harp Okulu'na, oradan da
orduya hizmete gittim. Sorarım sizlere, benim sokakta oynamaya
vaktim mi vardı? Bana (zalim) diyormuş... Ben eğer bu vatana ihanet
eden birkaç adamı mahkemeye vererek, kanun çerçevesinde bu adamlar
cezalarını buldularsa, benim onlara karşı sevgimden ziyade, Türk
milletine sevgim daha büyüktür... Bu nedenle Türk milletine onların
zararlı vücutlarını feda ettim..." demişlerdir.
Enver Behnan ŞAPOLYO
Kaynak: Enver Behnan Şapolyo - Milli Mücadele Tarihi, 1944
MUTSUZ LİDER
Bir akşam sofrasının hararetli bir döneminde Mustafa Kemal, kişisel
özgürlüğünün birçok bölümlerinden yoksun bırakılması acısını hüzün
dolu sözlerle şöyle anlattı:
—Şimdi siz buradan ayrılır, istediğiniz yerde gezer dolaşırsınız.
Benim gözümde bunun ne büyük mutluluk olduğunu bilemezsiniz. Halime
bakın, sahip olduğunuz bu özgürlükten yoksunum, cumhurbaşkanıyım ama
köşeye atılmış ve özgürlüğü sınırlı bir insanım. Bütün eğlencem,
akşamları soframa topladığım arkadaşlara ayrılmıştır. Haydi şimdi
buradan ayrılıp bol bol dolaşın, istediğiniz yerlere girip çıkın,
arzu ettiğiniz gibi eğlenin. Ben de bunun hayaliyle avunurum." dedi.
O akşam hepimiz masadan erken ayrıldık.
Damar ARIKOĞLU
Kaynak: Damar Arıkoğlu - Hatıralar, 1961
ABDÜLHAMİD
1937 yılında idi. Yaz aylarından biri. Doğrudan doğruya kendi
kontrolündeki bir gazetede "Makedonya" adlı bir eserim tefrika
ediliyordu. Bir akşamüstü Başyaver Celâl (Üner) Bey beni telefonla
aradı. Dolmabahçe Sarayı'na davet edildim. Ve Saraya gidince de,
hemen hiç bekletilmeden, üst kata çıkarıldım. Bir kapı açıldı,
kendimi Büyük Adamın karşısında buldum. Saygılarımı bildirince,
belli bir iki nezaket cümlesi ile beni okşadı. Sonra:
— Yazını okuyorum, dedi. Hürriyetin ilân edildiği zaman küçük bir
çocuk olman lâzım. Fakat kutlarım, o günleri iyi canlandırıyorsun.
Yalnız Abdülhamit’i hiç sevmediğin belli.
Biraz durdu. Elindeki bir renkli kalemi, önünde açık duran kalın
ciltli bir Fransızca kitaba dikine vurarak düşünür gibi oldu. Ben
susuyordum. Bu hal bir iki dakika devam etti. Sonra birdenbire şu
sözler çıktı ağzından:
— Sevme Abdülhamit’i! Yine de sevme! Fakat sakın anısına hakaret
edeyim deme. Senin kuşağın biraz daha ölçülü kararlar vermeye
alışmalı. Bak çocuk! Kişisel kanımı kısaca söyleyeyim: Tecrübe
göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun
durumu kuşkulu ve sınırları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük
devlette, Abdülhamit’in yönetimi büyük hoşgörüdür. Hele bu yönetim
on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında uygulanmış olursa...
Bunun üzerine ayrılmama müsaade buyurmuşlardı. Saygılarımı
tekrarlayarak huzurundan uzaklaştım.
Nizamettin Nazif TEPEDELENLİOĞLU
Kaynak: Hürriyet Gazetesi, 31.07.1958
YANINA ALDIĞI İLK ER
O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış,
silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağları eriyip
kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:
— Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı
değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay
gibi selamladı.
— Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
— Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı
elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal
Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
— Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er
bu Mehmetçik oldu.
Burhan Cahit MORKAYA
KAHRAMAN TÜRK KADINI
17 Mart 1923 Tarsus:
Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü.
O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların
arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir
olayla karşılaştı.
Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu
keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
—“Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu
kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş)
olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü
yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
—“Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar
üzerinde yükselmeye layıksın."
Taha TOROS
TÜRK ORDULARI BAŞKUMANDANIYIM
Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı
tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan
birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten
gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da
hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya
başlamıştı.
— Binbaşı mısınız?
— Hayır.
— Albay mı?
— Hayır.
— Korgeneral mi?
— Hayır.
— Peki nesiniz?
— Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı
açık kalan Yunanlı kekeledi:
— Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması
işitilmiş değil de!..
General SHERRIL
Kaynak: General Sherril - Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, 1935
SURİYE HEMŞİRENİZİ DE KURTARINIZ
1923 Mart'ının 17. Cumartesi günü Mersin'e giriyoruz. İstasyonda
yaya olarak topluluk halinde ilerlerken, yolun ortasında, aynen
Adana'ya girerken olduğu gibi, büyük bir levha taşıyan birkaç kız,
Şef in karşısına çıktı.
Levhada şu cümle yazılı idi:
"Suriye hemşirenizi de kurtarınız."
İki gün evvel Adana'da Antakya ve İskenderun için yapılan o levhalı
gösteri, Antakyalı kızın o herkesi ağlatıp sızlatan hıçkırıklı
söylevi ve Şef'in ona verdiği tarihi cevapla, yüce bir nitelik
almıştı. Şef şimdi bu Suriye levhasına ne diyecekti?
—“Her millet layık olduğu mutluluğa erişir!" dedi ve yürüdü.
İsmail Habip SEVÜK
GENELGEYLE DEVRİM OLMAZ
1924 yılının ilkbaharıydı. Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok
köyün evleri yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e
gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı:
— Depremden çok zarar gördün mü, baba? diye sordu.
Atatürk
ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu:
— Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? İhtiyar,
Kürt şivesiyle:
- Valle Padişah bilir! dedi
Atatürk gülümsedi. Yumuşak bir sesle:
— Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım
zararın ne?
İhtiyar tekrar etti:
— Padişah bilir!...
Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü:
— Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi
Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya
atılan tahrirat kâtibi:
— Köylere genelge yolladık Paşam, dedi. Atatürk'ün fırtınalı yüzü,
daha çok karıştı:
— Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz!...
Ahmet Hidayet Reel
BEN CEPHEYE GİDİYORUM
Bir akşam Recep Bey (Peker) beni ve İhsan Bey'i evine akşam yemeğine
çağırdı. Ayağım burkulmuş, alçıda idi. Koltuk değnekleriyle gittim.
Gazi Paşa da Refet (Bele) Paşa'nın evinde imiş. Bizim Recep (Peker)
Bey'in evinde bulunduğumuzu haber almışlar. Yaver Muzaffer (Kılıç)
telefonla beni çağırdı. Kendilerini beklememizi söyledi.
Gazi, gece yarısından sonra geldi. Fazlaca alkollü idi.
—“Vakit geç oldu. Oturamayacağım gideceğim."
Dedi ve giderken beni, İhsan ve Recep (Peker) Bey'i baş başa
getirdi. Ellerini omuzlarıma atarak:
—“Ben doğruca cepheye gidiyorum, düşmana taarruz edeceğim," dedi.
Hepimiz şaşırdık ve telaşlandık. İhsan Bey:
—“Paşam, ya muvaffak olamazsan?" deyince:
—"Ne?... Bir haftalık süre içinde onları yok edip denize dökeceğim."
karşılığını verdi.
Ali KILIÇ
Kaynak: Ali Kılıç - Hatıralar, 1955
YENİLSEYDİK SORUMLU BEN OLACAKTIM
Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar
dâhil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede
bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki
araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere
binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat bu kadro
canını dişine takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu savaşın
sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir
dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir
mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında
abartma yoktu. Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki,
hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle
bağladı:
— İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.
Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin
ediyorduk. Bu arada
Atatürk bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle
konuşur gibi ilave etti:
— Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait
olacaktı.
Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri
kendine mal eden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte
kahramanlarını hatırladım.
Ord. Prof. Sadi IRMAK
Kaynak: Sadi Irmak, Ord Prof. - Atatürk'ten Anılar, 1978
SAVAŞ EMİRLERİ
Şükrü Kaya'nın, bir 30 Ağustos Zafer Bayramı gecesi sofrada:
—“Paşam, İstiklal Savaşı'nda Başkomutan sıfatıyla muharebelerde
verdiğiniz emirler bir yerde toplanmış mıdır?" sorusuna verdiği
yanıt:
— Bir gün Kurtuluş Savaşı'nın, Millî Mücadele'nin askeri tarihini
yazacaklar, belki de benim Başkomutan sıfatıyla verdiğim bir yazılı
ve imzalı emrime rastlamayacaklardır. Savaş arkadaşlarım buradadır,
hep bilirler, ben muharebede daima o cepheden bu cepheye gider,
yapılması gereken hareketleri Komutanlara dikte eder, onlara not
ettirir ve kendilerini de inandırdıktan sonra, 'Şimdi ordu
birliklerimize derhal bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla
bildiriniz.,.' derdim."
Nejat SANER
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi - 13.11.1970
SELANİK
Millî Mücadele henüz bitmiş, ordularımız Meriç sınırına dayanmıştı.
Çankaya'da oturuyorduk. Atatürk'ün Selanik'ten çocukluk arkadaşı
Nuri Conker dedi ki:
—“Paşam, ne duruyorsunuz? Her şey elinizde. Selanik'teki eviniz boş
duruyor. Bir sözünüzle orada oturabilirsiniz. Size kim engel
olabilir?" Atatürk, hepimizin yüzüne baktı ve şunları söyledi.
—“Böyle bir hareket bütün Avrupa'yı aleyhimize birleşmeye sevk eder.
Büyük bir mücadele iyi bir biçimde sona erdi. Tehlikeli bir maceraya
atılamam."
Hamdullah Suphi TANRIÖVER
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 16.11.1941
17 MART 1923 TARSUS
Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü.
O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların
arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir
olayla karşılaştı.
Millî Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu
keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
—“Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu
kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş)
olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü
yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
—“Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar
üzerinde yükselmeye layıksın."
Taha TOROS
Kaynak: Taha Toros - Atatürk'ün Adana Seyahatleri, 1981
İNANMAYANLAR DA HAKLIYDILAR
Mustafa Kemal realist bir liderdi. Lekelemelerin politika kadrosunu
nasıl daraltacağını ve kendisini bir avuç partizan takımı elinde
bırakacağını düşünerek, açıkça bir suç işlemiş olanlar dışında
yalnız kişisel değerlere saygı gösterdi. Sicil yoklamalarına rağbet
etmedi. Bir gün bana:
— Kuvayı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler,
demişti.
Falih Rıfkı ATAY
Kaynak: Falif Rıfkı Atay - Mustafa Kemal, Mütareke Defteri, 1955
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Hastalığının ilerlemiş zamanında:
"Hatta bir gün, bizim önümüzde bazı siyasi sorunlara değinip
Romanya' da yapılan hükümet değişmesinden söz ederken, bir patriğin
işbaşına gelmiş olmasından hayret duyduğumu söyledim. Bu nedenle
İkinci Dünya Savaşı'nın da yaklaşmakta olduğunu anıştırarak dedi ki:
—“Bir savaş çıktığı takdirde, kanımca yansız kalmalıyız. O zaman
birçok fırtınalar kopacak. Devlet gemisini gayet ustaca yöneterek
işin içinden sıyrılmaya çalışılmalıdır." dedi.
Prof. Dr. Nihat Reşat BELGER
Kaynak: Nihat Reşat Belger - Atatürk'ün Hastalığı
ELİF, LAM, MİM NE OLACAK?
Atatürk, Kuran’ın Türkçe'ye çevrilmesine karar verdikten sonra Kâzım
Karabekir Paşa kaygıya düşmüştü. Büyük bir heyecan ve şaşkınlık
içinde bir gün dayanamayarak Atatürk'e sordu:
—“Kuran’ın Türkçeye çevirisini emretmişsiniz."
—“Evet."
—“Peki, o zaman elif, lam, mim ne olacak?"
Atatürk hayretle Karabekir'in yüzüne baktı ve en kolay bir şeyin
cevabını verir gibi:
—“Ne olacak, elif, lam, mim yine elif, lam, mim olarak kalacak"
dedi.
Hamdullah Suphi TANRIÖVER / Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 13.08.1966
Benzer Konular
Atatürk'ün Hayatı Kısaca
Atatürk'ün Öğrenim Hayatı
Atatürk'ün Kişisel Özellikleri