Dünya mimarlık tarihi açısından eşsiz bir örnek sayılan Ayasofya,
kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle dönüm noktası olarak ele
alınır.
Ayasofya, dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en
önemli anıtları arasında yer alır.
Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yaptığı en büyük
kilisedir, aynı yerde üç kez inşa edilmiştir.
İlk yapıldığında Büyük Kilise olarak isimlendirilmiş, 5. yüzyıldan
itibaren ise Ayasofya olarak tanımlanmıştır.
Ayasofya adındaki “aya”
sözcüğü “kutsal, aziz”, “sofya” sözcüğü ise Eski Yunancada “bilgelik”
anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Ayasofya “kutsal bilgelik” ya da
“ilahi bilgelik” anlamına gelir.
Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu boyunca hükümdarların taç giydiği,
başkentin en büyük kilisesi olarak katedral işlevi görmüştür.
Birinci kilise, İmparator Konstantios (337-361) tarafından 360 yılında
yapılmıştır. Üstü ahşap çatı ile örtülü, uzunluğuna gelişen (bazilikal)
planlı birinci yapı, 404 yılında çıkan halk ayaklanması sonucunda
yıkılmıştır. İlk kiliseye ait günümüzde herhangi bir kalıntı
bulunmamaktadır.
İkinci Kilise, İmparator II. Theodosios tarafından 415 yılında yeniden
inşa ettirilmiştir. İkinci Kilise de tarihte Nika İsyanı olarak anılan
halk ayaklanmasında 532 yılında yerle bir olmuştur.
Üçüncü Ayasofya
Günümüz Ayasofyası, İmparator Justinianos tarafından dönemin iki önemli
mimarı İsidoros ile Anthemios’a yaptırılmıştır. İnşaat 5 yılda
tamamlanmış ve 537′de ibadete açılmıştır.
Günümüz Ayasofyası’nın mimari açıdan yeniliği, geleneksel bazilikal plan
ile merkezi kubbeli planın bir araya getirilmesidir.
İmparator Justinianos, Ayasofya’nın ihtişamlı bir yapıya sahip olması
için tüm eyaletlere haber göndererek, en güzel mimari parçaların
toplatılmasını emretmiştir.
Ayasofya’da kullanılan sütun ve mermerler; Aspendos, Ephesos, Baalbek,
Tarsus gibi Anadolu ve Suriye’deki antik şehir kalıntılarından
getirilmiştir. Beyaz mermerler Marmara Adası’ndan, yeşil somakiler Eğriboz Adası’ndan, pembe mermerler Afyon’dan ve sarı mermerler Kuzey
Afrika’dan getirilerek Ayasofya’da kullanılmıştır.
Yapının iç kısmında yer alan duvar kaplamalarında; tek blok halinde
mermerlerin ikiye bölünerek yan yana getirilmesi ile simetrik şekiller
ortaya çıkarılmış ve damarlı renkli mermerlerin iç mekânda
kullanılmasıyla dekoratif bir zenginlik oluşturulmuştur. Ayrıca, Efes
Artemis Tapınağı’ndan getirilen sütunların neflerde, Mısır’dan getirilen
8 adet porfir sütununun ise yarım kubbeler altında kullanıldığı
bilinmektedir.
Ayasofya’da 40 tanesi alt galeride, 64
tanesi ise üst galeride olmak üzere toplam 104 adet sütun bulunmaktadır.
Ayasofya’nın mermer kaplı duvarları dışındaki tüm yüzeyler birbirinden
güzel mozaiklerle süslenmiştir. Mozaiklerin yapımında altın, gümüş, cam,
pişmiş toprak ve renkli taşlardan oluşan malzemeler kullanılmıştır.
Ayasofya Doğu Roma Döneminde İmparatorluk Kilisesi olması nedeniyle
İmparatorların taç giyme merasimlerinin yapıldığı mekândı. Bu sebeple
Ayasofya’da ana mekanın sağında bulunan, renkli taşlardan yuvarlak ve
geçmeli desenli yer döşemesi, Doğu Roma İmparatorlarının taç giydiği
bölümdür.
IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul Latinler tarafından 1204- 1261
yılları arasında işgal edilmiş, bu dönemde gerek kent gerekse Ayasofya
yağmalanmıştır.
1261 yılında Doğu Roma kenti tekrar ele geçirdiğinde, Ayasofya’nın
oldukça harap durumdaydı.
Ayasofya,
Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle camiye
çevrilmiştir. Yapı güçlendirilmiş ve ve Osmanlı Dönemi ilaveleri ile
birlikte cami olarak varlığını sürdürmüştür.
Yapıldığı tarihten itibaren çeşitli depremlerden zarar gören yapıya, hem
Doğu Roma hem de Osmanlı Döneminde destek amacıyla payandalar
yapılmıştır.
Mimar Sinan tarafından yapılan minareler ise aynı zamanda yapıda
destekleyici payanda işlevi görmektedir.
Ayasofya’nın kuzeyine, Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nde bir medrese
yaptırılmıştır. En kapsamlı tamir çalışması
Sultan Abdülmecid Dönemi’nde
Fossati tarafından yapılmıştır.
Sultan Abdülaziz Döneminde Ayasofya çevresinin yeniden düzenlenme
çalışmaları sırasında medrese yıktırılmış ve yeniden yaptırılmıştır.
1936 yılında yıkılmış olan medresenin kalıntıları 1982 yılında yapılan
kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.
Osmanlı Dönemi’nde, 16. ve 17. yüzyıllarda, Ayasofya’nın içine
mihraplar, minber, müezzin mahfilleri, vaaz kürsüsü eklenmiştir.
Ana mekana girişin sağ ve sol köşelerinde bulunan Helenistik Döneme (MÖ.
4.-3. yy) ait iki mermer küp ise, Bergama’dan getirilerek, Sultan III.
Murad (1574-1595) tarafından Ayasofya’ya hediye edilmiştir.
Ayasofya, 1 Şubat 1935 tarihinde Atatürk’ün emri ile müzeye çevrilmiş ve
ziyarete açılmıştır.
Ayasofya’nın önemi
Ayasofya, her şeyden önce boyutu ve mimari yapısıyla önem taşır.
Yapıldığı dönemin dünyasında hiçbir bazilika planlı yapı Ayasofya’nın
kubbesinin boyutundaki bir kubbe ile örtülebilmiş ve böylesine büyük bir
iç mekâna sahip değildi.
Ayasofya, dünyanın en eski katedralidir. Yapıldığı dönemden itibaren
yaklaşık bin yıl boyunca dünyanın en büyük katedrali unvanına sahip
olmuştur.
Dünya’nın en hızlı inşa edilmiş katedralidir. 15 yüzyıl boyunca ibadet
yeri olarak kullanılmıştır.
Ayasofya’nın mimari özellikleri nelerdir?
Avlunun içindeki müze girişinin ortasındaki yüksek “İmparatorluk Kapısı”
ve üzerindeki mozaik pano 9. yüzyıl sonunda yapılmıştır. Yanlardaki
madalyonlarda Meryem Ana ve Baş Melek Gabriel'in portreleri bulunur.
Ayasofya'nın en görkemli yanı, havaya asılı gibi duran ve bütün binayı
kaplayan kubbesidir. Duvarlar ve tavanlar rengârenk mermer ve
mozaiklerle kaplıdır. Alt katta ve galerilerde 6. yüzyıl Bizans süsleme
sanatının en karakteristik örnekleri olan toplam 107 sütun bulunur. O
çağa ait bir özellik olan derin oyulmuş mermerler güzel bir ışık ve
gölge oyunu oluşturur. Ortalarında imparator monogamları bulunur. Apsis
yarı kubbesinde, kucağında çocuk İsa ile Meryem Ana, sağ yanda ise Baş
Melek mozaikleri yer alır.
Galeriler seviyesindeki duvarlara asılmış ve deri üzerine yapılmış büyük
diskler ile kubbedeki yazıt, eserin cami olarak kullanıldığını hemen
hatırlatır. 19. yüzyıl ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından
yazılan bu kaligrafiler birer şaheserdir. Yuvarlak tablolarda Allah,
Hz.
Muhammed, 4 Halife ve Hasan - Hüseyin isimleri yazılıdır.
Binanın kuzey köşesinde bulunan, alt kısmı bronz bir kuşak ile çevrilmiş
ve parmak sokulabilen bir deliği olan “terleyen sütun”da dilek dilemek
eski bir gelenek olarak sürer.
Kuzey kanatta bir, güney kanatta da üçlü figürler halinde üç mozaik pano
bulunur. Güney galeride, yanındaki pencereden giren gün ışığı altında,
Bizans mozaik sanatının şaheser panosu yer alır. Burada son mahkeme
sahnesinin tam ortasında bulunan ve “Diesis” diye bilinen üçlü figürdür.
Ortada İsa, onun sağında Meryem, solunda ise Hz. Yahya yer alır.
İç koridordan müzeyi terk ederken görülen büyük mozaik pano ise 10.
yüzyıldan kalmadır. Bozuk perspektifli figürler, ortada Meryem Ana ve
çocuk İsa, yanlarda ise şehir maketini sunan Büyük Konstantin ile
Ayasofya maketini sunan Justinyen'dir. Çıkışta kısmen zemine gömülü M.Ö.
2. yüzyıldan kalma bronz kapıların bir pagan mabedinden getirtildiği
sanılıyor.
Ayasofya,
Osmanlı dönemi boyunca cami olarak varlığını sürdürdü, tüm
padişahlar tarafından özel bir ilgi gördü. Zaman içinde Osmanlı
İmparatorluğu'nun kendi kültüründen izler taşıyan eserlerle de donatılan
yapı, günümüze kadar her iki dinin ve kültürün etkisini taşıyan bir
şaheser oldu. Ayasofya'daki türbeler, iç donanımı, çinileri ve
mimarisiyle klasik Osmanlı türbe geleneğinin en güzel örneklerini
oluşturmaktadır.
Peygamberimizin Örnek Davranışları
/ Örnek Davranışlar / Mevlid Kandili / Genel Kültür Soruları / Yapay Zekaya Dair Öngörüler / Altın Oran TweetBilim İnsanları / Ünlü Yazarlar / Ünlü Ressamlar / Ünlü Müzisyenler / Türk Büyükleri / Türk Bilim İnsanları / Ünlü Matematikçiler / Ünlü Fizikçiler